Sarı turuncu karışımı rengiyle, giderek yapraksız kalan ağaçların görüntüsüyle, insan ömrüne ne kadar da benziyor, sonbahar.
Sürekli sızlayan bir hikâye, çok sevdiklerimizi kaybettiğimiz kabir dönüşü yağmurun kalbimize yağdığı yegâne mevsim...
Susmanın yedi rengi vedaların dipnotu...hüznün özgül ağırlığı...ıssızlığın mistik tonu ... son’a hazırlık, yeniden doğuşa yürünen yol.
“Sanki ölümsüzmüşüm gibi her şeyi ciddiye aldım.” Diyen Paul Sartre’dır sonbahar..
Aykırıdır… ölümdür… diriliştir.
Aslında veda ettiğimiz sadece yaz ayı değil koca bir yıl, anılar, ayrılıklar ömürden giden bir yılla nemlenen kirpikler, koca bir yılın özeti.
Şöyle bir silkinip dönüp sormalı insan kendine; kendim için ne yaptım? Ertelediğim o yerlere gittim mi? Çok istediğim o şeyi aldım mı? Kendimi dinledim mi? Verdiğim sözleri yerine getirdim mi?
Uzaktan bakılırsa melankolik yakından bakabilirsek hesaplaşma mevsimidir...
Doğanın ve insanın kendiyle hesaplaşmasıdır değişimin dönüşümün en güzel örneğidir doğa bütün makyajından fazlalıklarından arınır bütün çıplaklığı ve doğallığı ile göz önündedir.
Öyle, yaz ayını sevmeye benzemez gelip geçici bir heves değildir, tutkunu olmak lazım sonbaharın. O hüzne tutkun olmak cesaret ister, kararlılık ister, azim ister, sabır ister.
Yaşam alanımızı daraltan eşyalardan , kirli düşüncelerden , yaşantımızı olumsuz yönde etkileyen insanlardan(!) fazlalıklarımızdan arınmak için, bir yılın sorgulamasını film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçirerek , belki de özümüze dönüş mevsiminin adıdır...
Üşüyen ağaçlara bakarken içimizdeki yaprak dökümünü beklemektir ,gelip geçici bir dünyayı , ölümlü olduğumuzu serin bir şekilde yüzümüze vurur üstelik vicdanlıdır da ne kış gibi dondurarak ne yaz gibi kavurarak yapar.
Ölümü çağrıştırsada yeniden doğuşa yenilenmeye hazırlık için, kısa bir süre uykuya yatmaktır...
“Sanmasınlar yıkıldık, sanmasınlar çöktük ; bir başka bahar için sadece yaprak döktük.” Diyen Rumi’dir
Muallim Nâci’dir “Devri şaşırdın mı nedir ey zaman
fasl-ı bahârıda bu hükm-i hazan.” Diyerek hüzün barınağına usulca kapıyı aralatıp
Bir çay demleyeyimdir
Şu film bitsin de kalkayımdır
Kendime bir kahve ısmarlayayımdır
Camdan gökyüzünün gözyaşlarını biraz daha izleyeyimdir
Biraz daha uyumayayımdır…
Bir ressamın itinayla fırça darbelerini vurur gibi doğanın rengini ağır ağır değiştirmesi renklerin yeşilden kahverengi ve griye dönüşünü gün gün izlerken , ufuk çizgisinde kısalan gündüzlerin akıbetine dalıp giderken ,rüzgârın eteğine “Bir gamlı hazânın seherinde ısrâra ne hâcet yine bülbül? Bil , kalbimizin bahçelerinde cân verdi senin söylediğin gül!” Diyen Ahmet Haşim’i eklemektir.
Yazın yüksek ritim müziklerinden vıcık vıcık sıcaklığından, gereksiz seslerinden, gereksiz kalabalıklarından kurtuluşu müjdeleyen gönlümüzün efendisidir sonbahar.
Kuşların kanatlarını güneye çevirdiği
Demlikte sürekli fokurdayan her an içilmeye hazır çayın kulağımıza gelen davetkar sesi
Uzayan gecelerde fırsat bulup izleyemediğimiz filmlere kavuşturan o serin huzur o muazzam dinginlik...
Yalnızlığın anavatanı
Sessizliğin başkenti.
Müziğin yakasına iliştirilmiş ışıldayan zarif bir broş gibi parladığı mevsim.
O yüzden Farid Farjad’tir sonbahar , Yevgeni Grinko’dur ,Yanılsamalar’dan kulağınıza ney üfleyen Sonbahardır , Vivaldi’dir.
Limonatadan geçip salep sıcaklığı ile buluştuğumuz, odalara kestane kokusunun yayılmaya başladığı ıhlamur ve adaçayına kavuştuğumuz , battaniye kitap kahve güzellemelerinin sıkça yapılacağı ve buna çaktırmadan gülümseyerek belki acıyarak(!) bakacak o hazan gazeli.
Yağmur daha akustik.
Yerde ki yaprak daha incinmiş
Gökyüzü daha yorgun daha yoğun
Mevsimlerin en nazlısı
“Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar “diyen Turgut Uyar’dır..
Şiirin sonbahara yakıştığı çokça söylenir evet yakışır da fakat sonbahar şiir okuma mevsimi ile geçiştirilebilecek bir mevsim değildir! Şiiri, kitaplar, yazılanları anlama, idrak etme, kafa yorma mevsimidir, yazılanların manasına erme mevsimidir.
“Sen her şeyi süpürebilirsin ; sonbaharı süpüremezsin
yalnızca , sürekli bir sonbaharı süpürür hep...düşünemezsin .“
Diyen Özdemir Asaf’ı
“Bâkî çemende hayli perişan imiş varak
benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan” diyen Bakî’ yi anlamaya çaba sarf etmektir.
Sorgulamadır düşünebilmektir “kavramsız sezgi kör ,sezgisiz kavram boştur”’un üstüne ahlak yasasını koya koya Kant’ı düşünmeyi deneyebilmektir!
Onca filme, şarkıya, şiire, kitaba konu olan mevsim salt aşk şiirleri ile anılmamalı!
Son bahar değil olsa olsa son’dan çok öte bir şey olmalı .
Kitapların kıştan sonra en fazla yakıştığı güzide mevsim , kendine yönelmedir iç sesini duyabilmeyi başarmak için çaba sarf etmeye heves ettirendir.
Hiç fark ettiniz mi bu mevsimin bir büyüsü var, sarının her tonuna şahit olabildiğimiz ,toprağın o muhteşem kokusu, ormanda yürürken ağaçlardan dönüp size çarpan o rüzgârın fısıldadığı…
Fark ettiniz mi bu mevsime huzur büyüsü yapılmış, uyanışı örnekleyen ne varsa bu mevsime şifrelenmiş, uzun sürecek uykuya dalmadan önce bir masal kentinde geçirilen son günün bütün güzellikleri sanki bu mevsime bahşedilmiş.
Fark ettiniz mi, bu mevsime huzur kokusu yayılmış bu mevsimin adı inanmak olsun denmiş sabretmek olsun, umut olsun, güvenmek olsun diyerek bezemiş kainatı O eşsiz sanatkar.
Fark ettiniz mi gerçeğe en yakın mevsim olduğunu, içimizdeki uzaklara gitmeleri çağrıştırdığını?
İçinizdeki boşlukta sallanmaktan korkmayın.
Ruha derin yolculuklar yaptıracak en güzel yolun başlangıcıdır hazan.