Çehov der ki ; Üç çeşit insan vardır. Birincisi ekmek gibidir, her gün aranır. İkincisi ilaç gibidir, lazım olunca aranır. Üçüncüsü mikrop gibidir, aramaya gerek yok, o sizi bulur...”
Herkesin hayatında gereksiz yer kaplayan hem eşya hem gereksiz bir sürü insan vardır!
Hani bir şey yapınca, kral oldum sananlar.
Hani bir konak bulunca yapışıp kalan amipler.
Hani dibine kadar kompleksli dibine kadar cahil olduğundan da bihaber olanlar.
Hani kırk yıl sırtınızda taşıyıp bir kez indirince gerçek yüzlerini görebildikleriniz...
Çok ilginçtir bu üçüncü gruba dahil olanların hayata dair düzgün bir planları olmadığı gibi bir amaçları da yoktur, işten güçten kaçarlar, eline aldıkları işleri de yarım yamalak bıraktıktan sonra üstüne bahaneler üretmekte de uzmanlıkları vardır...
Duygu sömürüsü yapmakta kimse ellerine su dökemez, hep mağdurdurlar, hep haklıdırlar, hayatları yalan ve palavra olduğu için süslü yüz kelime dağarcıklarıyla bir iki kişiyi etkilemek için ellerinden geleni ardına koymazlar, yüzünüze karşı konuşmaya cesaretleri olmadığı için ancak arkanızdan yüz kelimeyi geçemeyen kelime dağarcıklarıyla konuştuklarını sanıp kendilerini tatmin ederler.
Bunların hayata dair belli bir fikirleri yoktur oradan buradan topladıkları derme çatma fikirlerle günü kurtardığını sanırlar.
Adler’in de bahsettiği bu zararsızmış gibi görünen ama kişilik tipolojileri arasında en tehlikeli olan bir insan türü bunlardır!
Cahil, yeteneksiz ama aynı zamanda hırslı!
Kendisinden güçlüye yalaka sırnaşık, kendisinden zayıfı aşağılayan ezen.
Yüzsüzdürler...
Az bilgiyle çok fazla konuşurlar.
Mantıklı cümle bulamayınca sesini yükseltirler.
Mikser gibi girdikleri ortamı bir süre sonra karıştırırlar.
Gördükleri her kulise ağzından salyalar akıtarak dahil olurlar.
Haksızken psikolojik baskıyla kendilerini haklı çıkarıverirler.
Okumazlar ama okur gibi görünürler.
Çalışmazlar ama çalışır gibi görünürler.
Bilgileri yoktur ama her konuda fikirleri vardır.
Kendinizi şaşırıp bu tiplere sakın hedeflerinizi anlatmayın, kendileri düşünmüş gibi uygulamaya geçtiklerini görürsünüz.
Haklarını da yememek lazım kendilerini ekranlara pazarlama tekniğinde kimse ellerine su dökemez bu konuda ustalığın kitabını yazmışlardır.
Sokrates der ki ; “Kendini tanımak demek, hayran hayran kendini seyretmek demek değildir. İnsanın hem ne olduğunu, hem de ne olması gerektiğini araştırmasıdır; nasıl düşüneceğini, nasıl yaşayacağını, nasıl mutlu olacağını kendine sormasıdır.”
Kendi hayatından memnun olmayan ve memnun olmadığı durumu gram değiştirmek için çaba sarf etmeyen, başkalarının sorunlarıyla başkalarının acılarıyla kendini iyi hissetme yolunu seçen, hırslı ama tembel insanlar.
Sürekli alıcı, hep alıcı, yek alıcılar.
Cervantes bu türe dahil olanlar için Don Kişot’ta herkese şöyle sesleniyor “Gözlerini kendine çevirip kendini tanımaya çalış; varılması en zor olan bilgi budur. Kendini tanırsan, öküze özenen kurbağa gibi şişinmezsin!”
Freud, der ki; “Kendi içine dal! Ruhunun derinliklerine in! İlkin kendini tanı!”
Kendi gözündeki merteği gören, elin gözündeki çöple ilgilenmez!