Geldi yine ruhumuza dinginliği yaşatacak yegane sevgili. Eteklerinde çocukluğumuzun anılarıyla, oyunbozan yaramazlıklarıyla...
Geldi yine sokakları kaplayan ıssızlığı, sislerle kaplı uzayıp giden yolları, şakaklarında dağ izleriyle. Hadi dön yaralarına bak, kemiklerin kaynadı mı? Kontrol et! Diyecek olan gür sesiyle, notalarını bilmediğin bir şarkıyı heyecanla başlatarak.
Geldi yine dışarıyı kabuğuna hapsederken, içerinin zenginliğini yeniden hatırlatan, geçmişi gelecek, geleceği geçmişle harmanlayan. Kendimizi onarmayı bize öğretecek olan, en güzel öğütlerini tatlı sert anlatan, güvenli sesine sorgusuz sualsiz sığınacak olduğumuz...
Geldi yine yarım bırakılan her şeyi tamamlayacak hoca edasıyla. Doruklardan türküler mırıldayarak akan ırmak güzelliğiyle..
Geldi yine turna kanadında içimizdeki göç hareketini başlatacak olmanın telaşıyla. Bulutlarıyla bütün gökyüzünü kaplayan görkemiyle, bize ikinci seçenek bırakmayacak olmanın özgüveniyle.
Geldi yine efeler gibi tüm delikanlılığıyla. İçtiğimiz çayın, yediğimiz yemeğin, aldığımız nefesin hakkını, sonuna kadar alacak olan!
Geldi yine sohbetin, dertleşmenin, ağlamanın hakkını sonuna kadar verecek olan, anlatarak değil yaşatarak öğretecek olan öğretmenlerin en güzeli... Zamanla yarışmaktan şirazemizin kaydığını, durup biraz yavaşlamamız gerektiğini bize her an hatırlatacak olan!
Geldi yine erteledeğimiz ne varsa, tutup yüzümüze yüzümüze fırlatacak olan! Gözlerimizdeki eşiğin kıymetini işaretleyecek, ruhun perdelerini aralayacak, aklın renklerini düzenleyecek olan...
Geldi yine saçları tel tel dağıtacak rüzgârı, insanı daima zinde tutacak soğuğu ile. Beynimizin surlarında dinmeyen savaşları, sona erdirecek barış elçisi...
Neden bu kadar çok seviyorsun? Diye sordular.
Diğer üçü mevsim, kış tutkudur dedi inatla, inatla, inatla.
Bazen bilmediği yolları yürümeli insan, dehlizlerde kayboldukça, kendine dönebilsin, kendini yürüyebilsin, kendini bulabilsin, diye mırıldandı...