Puslu yeşil, hüzünlendiğinde ise  çelik grisine benzeyen gözleri ve 1.90’lık boyu ile bütün düğünlerde Köroğlu Türküsünü çalarak davul zurna ayağına kadar giderek karşılardı onu . Kollarını iki yana açtığında gökyüzünden süzülüp gelen heybetli bir kartalı andırırdı etrafta oturan herkes hayranlıkla devleşen bu adama baktığında, kanat çırparak göğe yükselirdim gururdan, çocukluğuma aldırmadan.

 .

Nurgül (3)

O devasa kollarını kaldırıp ‘Benden selam olsun Bolu beyine, çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır, at kişnemesinden kalkan sesinden, dağlar seda verip seslenmelidir’ diyerek döndüğünde dünya sonsuz güzelleşirdi. O ayağını kaldırıp yere vurduğu an dünya sanki  dönmeyi unuturdu...

O şanından düşmeyen Köroğlu... O, er olmayanları  meydandan ayırmayı bilen Köroğlu’ydu.

Herkesin eminim ki hiç tanımadığı halde tutkunu olduğu şehirler vardır... Dedemin bana miras bıraktığı şehirdir Köroğlu sevdasılısı  Bolu...

Kalbimde bu duygu ile sanki bir yıldız kayıyor da kimse görmüyor ve kimse dilek tutmuyor, asla bir şeyler dilemeyi bırakma Malte. İnsan dilemekten vazgeçmemeli diyen Rilke’nin kulağıma fısıldadığı  sözler ışığında, ıssızlığın mistik ,susmaların elli tonuna doğru yol alıyordum.

Farklı bir çekiciliği var batı Karadeniz’in, insanı rahatlatan, aynı zamanda mutluluk patlaması yaşatan, her tarafı güzelliklerle çevrili sanki Kaf dağına gizlenen nazlı bir masal kenti...

Başıma bir şey gelmeyecekse Köroğlu Dağı ile Elmacık Dağı arasında kalan yapay göl olduğunu öğrendiğim zaman hayli şaşırdığım Abant’ın kardeşi Gölcük gölü’ne bir başka tutuldum,  Ergin Günçe’nin;

Nurgül (2)

‘Gölü batı yeliyle doldurunca güvercinler

Yüzün daha bir yüz oluyor kavaklarda.’ dizeleri

Edgar Poe’nin;

‘Öyle güzeldi ki yalnızlığı

Vahşi bir gölün, onu daha az sevemezdim’

dizeleri birbirine karışıp  gölün üzerine sessizce yağdı,akmaktan umudunu yitirmiş, yorulmuş su damlalarının hiçliğe gitmek için  toplandıkları yer, sabrın incecik çizgisi olarak düşünürüm gölleri, o yüzden  ne zaman bir göl görsem.

Ilyada destanında adı geçen Abant Gölü’ne de haksızlık yapmayayım. Görülmesi  hatta etrafında yürünmesi, kahve içerken izlenmesi gereken bir güzellikte, az kalabalıkta özellikle kışın bu iki göle gidilmesi daha yerinde olacak diyor iç sesim..

Yedigölleri gördüğüm ilk an; Insan bedeni, ses tonu, gökkuşağı, denizlerin figürativ sayısı, dünyanın harikalarında bile neden bu asal sayı olduğunu anlamış oldum.

Mitolojide, kadim bilgeliğin rakamında 7 rakamı geçer, unutmadan İstanbul’un da yedi tepe üzerine kurulduğunu düşündüğümde demek ki  harika olan şeyler yedi ile ifade ediliyormuş diye düşünmeden edemedim.

Sarının çeşit çeşit tonu ile tanıştığım, her insanın ömründe bir kere olsun görmesi gerektiğine inanarak döndüğüm Yedigöller’e  neden bu kadar geç kaldığıma üzüldüm.

Gezerken kendinizi bir kartpostalın içinde hissedeceksiniz.

Yolu zor diyenler çıkacaktır, yolu zor fakat kötü değil  bu kadar güzel olmasaydı zaten o zorluğu kimse göze almazdı değil mi ?

Bir mısra yazabilmek için insan, birçok şehir görmeli,insanları,nesneleri görmeli,hayvanları tanımalı,kuşların nasıl uçtuğunu hissetmeli diyen Rilke’ye,

ve  

Yolun güzelliğini arttıran 15 hemcinsime çok teşekkür ederim.

Nurgül (1)