Etrafı sıradağlarla çevrili düz bir ova... Doğu’nun iki kapısından biri.
Güneyinde bütün heybeti ile Munzur sıradağları.
Munzur’un bağrından haykırarak kopup gelen Fırat’a can veren, dereler ve çaylar...
Fırat’ın hayata doğduğu yer.
1.Dünya savaşında Rusların Kemah boğazını geçip kaleyi geçemeyerek geri çekilmek durumunda kalmasını kanıtlarcasına inatla ayakta duran Kemah Kalesi.
Mengücek beyi MelikGazi türbesinin, Kemah kalesini karşıdan gururla izlemeye devam etmesi.
40 metre yükseklikten Munzur ezgileriyle akan Girlevik şelalesinin cümlelere sığamayacak güzelliği ve yine her şelale gördüğümde zihnimde şimşekler çakarak geçen “Aklıma suyun intiharı geliyordu hep, şelale deyince” dizeleri...
Zamana meydan okuyan bakırcılar çarşısı.
Insanın zihnini arındıran Ardos Gölü.
Müptelası olduğum tulum peyniri, yufka ekmeği ve canım Çakırlar (Sızmıt) köyü...
İlla ki illa sohbeti Munzur kadar coşkun kalbi Erzincan ovası kadar güzel, konuşmaya başladığında gözlerinde yayla çiçeklerinin toplanıp bize baktığı Yaşar teyze…
Adının geçtiği türkülere kulaklarımın aşina olduğu fakat adının geçtiği her türküde kalbimin inceden sızlamasını bir türlü anlamlandıramadığım Erzincan…
Can Erzincan.
Eteklerinde doğup büyüdüğüm 4 yıldır gitmeyi planladığım araya çeşitli sorunların girmesiyle bir türlü kavuşamadığım Munzur dağları beni Erzincan üzerinden çağırmış olmalıydı. Hem hayalim olan Munzur dağları ve yaylalarını hem de adının geçtiği türkülerde kalbimin sızlamasına neden engel olamadığımı bir türlü anlayamadığım Erzincan’ı ilk kez görecek ve bunların anlamını nihayet yerinde çözme fırsatım olacaktı. Bu çocukluk hayalimin bir seviye üstüydü.
Demek ki hayatın bizim için hazırladığı kusursuz ve güzel planları olabiliyormuş, dedim içimden hayretle…
Gözümü açtığımda karşımda gördüğüm, gözlerimi kapatıp kocaman bir salıncakla eteklerinden sallanıp zirvesine ulaştığımı hayal ettiğim çocuk dünyamın muazzam görsel şöleni, çocukluğumun mavi masalına kavuşmak bir asrı bulmuş gibiydi ve ben artık o masalın kapısındaydım.
Her gördüğümde kalbimin kulaklarımda atmasına bir türlü engel olamadığım içinde dağ kelimesi geçen herhangi bir cümlede, okuduğum bütün kitaplarda içinde dağ kelimesi geçen her yerde gözümün önünde bütün heybeti ile canlanan Munzurlar, çocukluğumun ulaşılmaz sevdası…
50 metre dik açıyla başladığımız ölüm ve yaşamı sıkça sorguladığımız zorlu ve riskli tırmanıştan sonra dağın sırt kısmında solumuzda Erzincan sağımızda Munzur sıradağları görerek yükseldiğimiz, zirve yolunda ayak bastığımız her yerde ilk defa gördüğüm rengârenk çiçeklerle Kazankaya Dağı.
Kokusu burnumda tüten çiçekler, kulağımdan gitmeyen suyun türküsü, eteklerine ulaşıncaya kadar sayısız yaylalardan hayranlıkla geçtiğim Ergan dağı.
Bir adım ilerlerken 4 adım geriye kayıp sil başa döndüğümüz ölümü sıkça hatırlatan zirvesine kolay ulaşma fırsatı vermeyen Munzurların en yükseği Ağbaba Dağı…
Bu kadar dolu dolu geçen bir faaliyeti nasıl bir sayfaya sığdırabilirim… Bir gün dağ bir gün kültür faaliyeti şeklinde düzenlenen programa, Kazankaya Dağı, Ergan Dağı, Ağbaba Dağı, Oluklar Yaylası, Aşağı Dilavlar, Yukarı Dilavlar Yaylası, Göller Yaylası, Sırtınbaşı Yaylası, Godanlar Yaylası, Deyran Yaylası, Kemah Kalesi, Girlevik Şelalesi, Soğuksular Mesire alanı, Pırkani Yaylası, Ardos Gölü, Ergan Kayak Merkezi, Erzincan Merkez’i kapsayan 5 günlük bir faaliyeti bu kadar güzel ve zengin programlayabilmek her babayiğidin harcı olmasa gerek.
Dağcılığın hem fiziken hem ruhen yapılan ve yapılması gereken bir spor olduğunu gerçek dağcılar bilirler, bu düsturla hareket eden doğayı dinleyen, doğa ile yarışmayan dağı tanımaya ve anlamaya çalışan “Yolun güzelliğinden ziyade yoldaşın samimiyetini arıyoruz işte o zaman yokuşuna da razıyız çamuruna da” cümlesini iliklerimize kadar yaşatan “Yolu bilmekle yolu yürümek arasında çok fark” olduğunu bize yerinde gösteren Fethiye Zirve Dağcılık ekibine ve yönetimine çok teşekkürler.
Yolu güzelleştiren yoldaşlara selam olsun...