Filozoflar daha çok kendilerine ve karşılaştıkları herkese sorular sorarak hayatı ve doğayı anlamaya çalışırlar. Sordukça düşünürler, bir daha sorarlar, ömürleri böyle sürüp gider. Çocuklar da böyledir. Çocuklar da soru sorarak beslenirler. Çocuklar tam bir soru makinesidir.
Çocuklarımız sorularını kimi zaman bir şarkı gibi, bazen bir fıkra anlatır gibi, bazen de alay edercesine, kimi zaman kahkahalarla , bazen ağlayarak, bazen tebessüm ederek, bazen seslerini yükselterek, bazen de kızarak sorarlar aslında onlarda birer filozofturlar.
Şu anda Gazze bombalar altında acılar içinde inliyor, ateşler içinde yanıyor. Yaşlılar, kadınlar, erkekler, ve en önemlisi çocuklar bu dünyadan göç edip gidiyorlar. Artık ölen çocuklar soru soramayacaklar, Yaşayanlarda ‘’Neden öldürülüyoruz ?’’ demeye devam edecekler.
Dünyamızın en değerli varlıkları çocuklarımız üzerine ne güzel hikayeler, şiirler yazıldı, şarkılar söylendi. Şairlerimizde Ahmet Arif yeğenine yazdı. ’’Doğdun ü ç gün aç tuttuk, üç gün meme vermedik sana Adiloş bebem. Hasta düşmeyesin diye, töremiz böyle diye. Saldır şimdi memeye saldır da büyü.’’ Gazze de kucağında bebeğinin cansız bedenini taşıyan anne ‘’ Daha çocuğumu emzirememiştim’’ diyerek ağlıyordu. Acısı, ağıtları gökyüzüne yükselip gidiyordu.
Nazım Hikmet ‘’Hoş geldin bebek yaşama sırası sende, Senin yolunu gözlüyor kuş palazı, boğmaca, kara çiçek , sıtma, kanser filan, İşsizlik açlık falan. Tren kazası, uçak kazası, yer depremi kuraklık falan.’’ Ve savaşlar bütün savaşlarda en derin acıları çocuklar yaşamıştı. Enkaz altında kalan anne ve babasının cesetlerine ulaşabilmek için minicik ve çıplak elleriyle kazımaya çalışan Gazzeli çocuğun o andaki duygularını anlamaya, kelimeler cümleler yeter mi? Yazmaya kalemler dayanabilir mi?
Gazze’ye füzeler, bombalar, yağdıkça sanki dağlar patlayıp, kızgın alevler halinde binalar üstüne geliyor. Yıkılan binalardan ve alevlerden kaçanlar sokaklarda kaçışıyorlar. Sokaklar başsız çocuk ölüleri , annesinin kucağında, birbirlerine sarılmış birlikle hayatını kaybetmiş çocuklar. Bir erkek çocuk sırtında çanta, kucağında kardeşiyle yürüyor sokakta bir umutla anne ve babasını arıyor.
Cahit Külebi ‘’Senin dudakların pembe ellerin beyaz. Al tut ellerimi bebek tut biraz. Benim doğduğum köylerde ceviz ağaçları yoktu. Be bu yüzden serinliğe hasretim okşa biraz’’ diyerek gazzeli çocukların isteğini anlatmaya çalışmış sanki. Anneler, babalar ve çocuklar kollarına isimlerini yazıyorlar. Yanan yüzlerinden tanınmaz haldeyken birbirlerini tanımalarını sağlamış oluyorlar.
Bir kız çocuğu dizlerini döverek ağlıyor. Yanında babası var. Ölenlerin içinde annesini arıyorlar. Yüzü yanmış ve hayatını kaybetmiş bir kadına çocuk sarılıp ağlıyor. Babası ‘’ O annen değil ‘’dese de kızını ikna edemiyor. Küçük kız O annem diyerek ağıtlar yakıyor. Kimse durduramıyor. ‘’Neden annemi aldın ‘’diyerek ellerini açıp dua ediyor. Baba sen nerden biliyorsun o annen değil dediğinde Hayır diyor küçük kız ben annemi saçından tanıdım’’ çocuğuna sıkıca sarılarak ağlıyorlar. Benzer olaylara acılara son verin artık Hamas terör örgütü ve Siyonist İsrailli teröristler. Terör kanla besleniyor arkasında acı ve göz yaşı bırakıyor. İnançları ne olursa olsun, nasıl düşünürlerse düşünsünler ebediyen haksızdırlar.
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne, kocaman bir elma gibi verelim. Sıcacık bir ekmek somunu gibi. Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar. Demişti Nazım. Verelim çocuklara dünyayı doyasıya yaşasınlar, koşsunlar kırlarda, maviliklere yürüsünler, güneşli günleri olsun. Özgürce sorular sorsunlar………