Sakin ve düzgün akıp giden nehir şehri iki yakaya ayırmış. Köprüler bir ceketin düğmeleri gibi çok değerli olduklarının farkındalar. İki yakayı bir araya getirmişler, kimilerinin başlarında ejderha heykelleri, kimilerinde kartal, kimileri de sade bir görünümdeler. Şehrin yapılarının tamamında sanki orta çağdan kalmış düzgün duvarları ve dikdörtgen pencereleri ile oldukça alçak gönüllü gülümsemeleriyle birbirleriyle sıkı sıkıya bağlanmışlar.
Köprüler sanki şehrin merkezi. Bir köprünün çok anlamlı ,çok heyecan verici görünümü ilginçti. Korkulukları hayatlarını birleştirmeye karar veren sevgililerin ömür boyu birbirlerine bağlanma isteklerini anlatan üzerlerinde isimler ve semboller yazılı kilitlerle dolu. Binlerce on binlerce kilit köprü yaşadıkça öyle kalacaklar. Gelenek geçmişten bu yana sürüyormuş.
Geniş caddelerde şehir otobüsleri dışında çok az özel araçlar hareket ediyor. Korna sesi duyulmayan ve diğer araçların da sessizliği sanki bir vazgeçilmez davranış. Geniş kaldırımlarda çay, kahve keyfi yapan yaşlı insanlar, mutlular mı bilemedim ama kesinlikle huzurlu olduklarını çok hissettim. Asırlık çınar ağaçları gölgesinde köfte ve börek satan satıcılar günlük kazançlarından memnun oldukları, işlerini büyük bir zevkle ve heyecanla yapmalarından anlaşılıyordu.
Şehrin tepesinde ve oldukça yükseğinde orta çağdan kalan bir kale düzenli ve canlı halde. Surlarını aşmak mümkün değil. Tabiat sanki buraya böyle bir yapının yapılmasını armağan etmiş. Kalenin en tepesindeki burçtan göz alabildiğince bir görüş alanı karşılıyor insanları. Hayret ediyor insanlar nasıl bir güçle yapıldığını tartışıyorlar. İnsanlığa ve insan emeğine saygı duymak bir kez daha akıllara düşüyor.
Kalenin yapıldığından bu yana var olan hapishanesi oldukça ilgi çekici. Beş hücresi var. Hücreler ışık göremiyor. Ve her hücrede farklı işkence aletleri. Bir tanesi çok farklıydı. Taputluk denilen tahtalar arasına ayakta kalarak sıkıştırılan insanların o sırada yaşadıkları acıyı hissetmemek mümkün değildi. Orta çağda inançsızlar buradaki hücrelerde kalmışlar. İkinci savaşta Hitler askerlerinin rejim karşıtlarını burada misafir ettikleri biliniyordu. Buradan kurtulmanın tek yolu tövbe etmekti. İnsanlığın yüz karası bir yeri sergilemeleri tabi ki olumlu bir davranış.
Kale haricinde tamamen huzur içinde yaşayan böyle güzel bir şehirin çok yakınında Bled kasabası ve kasabanın kenarında aynı adla anılan bir gölü bulunuyor. Kasabanın belediye binası önündeyken binaya giren çıkan kimseyi göremezsiniz. İçeriye girenler birkaç çalışan olduğunu ve öyle oturduklarını söylediler. Belediyelik her türlü sorun çözülmüş. Çevre ağaçlar ve çimlerle kaplı. Sokaklar tertemiz. Küçük çocuklar ellerinde buz pateni araçlarıyla bir spor salonuna gidiyorlar. Yalnız ve yaya olarak. Burada dünyaca meşhur kremalı kek yeniliyor. Göl kenarındaki kafelerde.
Göl pırıl pırıl ve sakin. Ortasında bir adacık var. Karşıdan göründüğü kadarıyla bir kilise görünüyor. Doksan dokuz basamaklı merdiven evlenecek insanların yolu. Erkek gelini kucağına alıp kiliseye kadar taşımak zorunda. Bu şehirde evlenmenin farklı anlamını ve farklı bir değerde olduğunu anladım.
Çok sakin, çok huzurlu, doğa güzellikleri tartışmasız mükemmel olan geçmişini koruyan ve yeni nesillere sunan bu şehir Slovenya’nın baş şehri Lübliyanaydı.