Kalabalıklardan hoşlanmayan  Şükrü, Abdi Ağa’nın oğlunun düğününe kardeşini gönderir. Düğünde kardeşi bıçaklanır. Haberi alır almaz düğün yerine ulaşan Şükrü ‘’Bu kahbeliği kim yaptı’’ diye haykırır. Kimse cevap vermez, sessiz kalan insanlar, gözleriyle Abdi Ağa’nın evini işaret ederler. Sandıkçı şükrü kaçmakta olan Ağa’yı köy meydanında vurup öldürür. Tutuklanan Sandıkçı Şükrü  Sinop Cezaevine gönderilir.

Ünlü Seyyah Evliya Çelebi’nin yolu Sinop’a ulaştığında bu meşhur kaleyi  görünce şaşırır. ‘’Sinop cezaevi üç yüz demir kapılı, iri kıyım gardiyanlar kalenin burçlarında ejderha gibi dolaşıyordu.. Oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar ‘’demişti. Rize’li Sandıkçı Şükrü o dönemin başkaldırma potansiyeli yüksek insanlarından biriydi. Ama daha sonraları yazar, şair ve eli kalem tutan insanlarımıza da ev sahipliği yapmıştı. Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Ruhi Su, Burhan Felek, Ahmet Bedevi Kuran, Zekeriya Sertel ,  bildiklerimizden bazıları.

Bu kuş bile uçurtulmayan kaleden sandıkçı Şükrü kaçmayı başardı. Devlet peşini bırakmadı. Adamlarıyla birlikte sarıldı. En yakın arkadaşı Varilcioğlu adamlarıyla oradaydı. Geçmiş zamanlarda O’nu zorda kaldığında çok kurtarmıştı. Varilcioğlu ‘’Bana güven teslim ol ‘’diye bağırdı. Sandıkçı Şükrü bu söze güvendi teslim oldu. Henüz yoldayken sırtından iki kurşunla öldürüldü. Yere düştüğünde gözlerini gökyüzüne çevirmişti. Dudaklarından şu sözler döküldü. ‘’Göklerde kartal gibiydim. Kanatlarımdan vuruldum. Mor çiçekli dal gibiydim. Bahar vaktinde kırıldım.’’ Sırtından vuran Varilcioğluydu.

Geçen zamanlar sonunda Zülfü Livaneli ve Edip Akbayram bu hikaye için baş başa verip şöyle yazmışlardı.

Yıl  bin üç yüz kırk bir mevsime uydum.                                                

Sebep oldu şeytan bir cana kıydım                                                        

Katil defterine adımı koydum.                                                                 

Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz.                                                        

                      -

Bir yanımı sardı müfreze kolu

Bir yanımı sardı Varilcioğlu

Beş yüz atlıyınan kestiler yolu

Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz.

Şarkıyı Edip Akbayram  seslendirdi. Halen dillerden düşmez.

Sabahattin Ali Sinop kalesinde hapisteyken zorlu ve çekilmez cezaevi koşullarından şikâyetçidir. O’nu Ancak Annesi anlardı. Annesine mektupta şunları yazmıştı.

Başın öne eğilmesin                                                                                       

Aldırma gönül aldırma                                                                               

Ağladığın duyulmasın                                                                                  

Aldırma gönül aldırma                                                                             

                   -

 Dışarda deli dalgalar

Gelip duvarları yalar

Seni bu sesler oyalar 

 Aldırma gönül aldırma 

Edip Akbayram çağlayan sesiyle bu şarkıları ölümsüzleştirmişti .O her zaman halkın ,emekçilerin, ezilen insanların, işçilerin, öğrencilerin sesi olmuştu. O halkın melodisiydi. Toplumda derin izler bırakan sanatçıydı. İstanbul’a geldiğinde  arabesk şarkılar zirvedeydi. Dönemi şöyle anlatmıştı’’ Bu ülkede arabesk altın yıllarını yaşarken ben asla müzikteki çizgimden ödün vermedim. On iki eylül sonrası bana kimse iş vermedi. Zor yıllardı. Eşimin bileziklerini satarak hayatımızı sürdürmüştük’’ Can Yücel, Ahmet Arif, Oktay Rıfat, Vedat Türkali gibi yazarlarımızın eserlerinden besteler yapmıştı. Toplumcu müzik, geniş halk kitlelerinin hayatlarını anlatmalıydı. Ölümü sonunda duruşu ve kişiliği kaldı. Ben ölürsem akşamüstü ölürüm demişti. Öyle oldu bu dünyadan göçtüğünde saat on dokuz otuzu gösteriyordu. Edip Akbayram,  şarkılarıyla ve saygın kişiliğiyle gönlümüzde ve yüreğimizde yaşayacak…