Kumral dalgalı saçları bir hayli kirlenmiş berber önlüğüne düştükçe, çocukluğunda körelmiş traş makinesinin verdiği acıyı unutturmak için garip sesler çıkaran berberin türkülerini hatırlamıştı. Bir dağ köyünde geçimlerini tütünden sağlayan ailenin ortanca çocuğuydu. Babasının gelecekten pek umudu yoktu anlaşılan muhtar senetleriyle kimlere ait olduğu belirlenen tapu yerine geçen belgelerin şahitler huzurunda doğrulanması gerekiyordu. Baba akrabalarının doğru söylemediğine çok içerlemişti bir gece yarısı köylerini terk edip, şehre göç etmişlerdi. Baba’nın asıl hedefi üç çocuğunun geleceklerinin şehir okullarında okumalarını sağlamaktı.
Kafası öne eğilmişti ve gözlerini açamıyordu. Aynaya bakmaya hiç cesareti yoktu. Bir ara göz göze geldi aynayla, solgun yüzünden yorgunluk ve derin bir üzüntünün akıp gittiğini gördü. Bu büyük şehre geleli iki yıl olmuştu. Henüz on dokuz yaşındaydı. Öğretmen olmak için iki yıl kalmıştı. Babasının hayallerini gerçekleştirmek istiyordu ama hayatın O’nu belalı kollarına attığının henüz farkında değildi. Ateş üstünde yürüdüğü yolculuğu başlayacaktı. Burası büyük ve meşhur bir cezaeviydi. Eski dönemlerde büyük şair ve yazarların tutuklu kaldığı cezaevi.
Ülke de askerler sivil hükümete muhtıra vermişti. Dönemin başbakanı şapkasını alıp gitmişti. Direnemedi. Ülke tarihinin ikinci darbesi hayata geçmişti. Ülke büyük acılara sürüklenecekti. Geçmişte öyle olmuştu. Mevsim bahardı ve Mart’ın on ikisiyle başlayan öğrenci, öğretmen, aydın ,yazar, sanatçı, işçi, sendikacı avı başlamıştı. Bu avda avlanan iki öğrenci olarak Hapishanenin Müşahede bölümüne doğru gardiyanın eşliğinde yürüyorlardı. Mahkumlar onları sessizce ve derinden süzüyorlardı ama bakışlarını anlamak zordu. Bir hücreye kapatılmışlardı. Yatakları olmayan demir ranzada öyle uyumuş ki zamanın gece mi gündüz mü olduğunu bilemedi.
Bu güne gelmeden yaklaşık altı ay önce şehirde dağıtılan bir bildiri nedeniyle hücredeydi. Önceden bazı arkadaşları bu yüzden tutuklanmışlar ve daha sonra serbest kalmışlardı. Suçu hükümetin manevi şahsiyetini tahkir, alacağı ceza alt ay. Ancak sorun bu değildi. Öğrenci lideri olması yeterliydi. Ülkede üniversite gençlerinden oluşan gruplardan bazıları Nurhak dağlarına çıkmıştı. Diğerleri İstanbul ve Ankara’da banka soymak ve adam kaçırmak gibi eylemleri yapıyorlardı. Liderlerinden üçü yakalanmıştı. Dağa çıkanlar öldürülmüştü. Diğerleri de tutuklanmıştı. Bu kadar büyük bir şehirde güvenlik güçlerinin hiç marifeti olmayacakmıydı. Öyle oldu. Ayrıca bu dağıtılan bildiriyi yazılmasında ve basılasında görev almış değildi. Kimlerin bu iş yaptıklarını bildiği halde isimlerini söylemedi. Güvenlik güçleri de biliyordu. Neden kurban seçildiğini halen de bilemiyordu.
Burada üç ay kadar kaldıktan sonra bu suçlamanın sıkıyönetimi gerektiren suçlardan olmadığını bildikleri halde İstanbul sıkıyönetim mahkemesine sevk kararı geldi. Baba, cezaevi müdürüyle yaptığı görüşmede nakil için araçları olmadığını eğer nakil ücretin öderseniz gönderebileceklerini öğrenmiş. Baba, çaresizlikler içinde çareler arıyor. Oğlunun öğretmen olma umudunu yaşatmak için gereken parayı buluyor ve İstanbul Selimiye kışlasına ulaştırıyordu. Burada dönemin önemli lideri kolu ranzaya kelepçelenmiş olarak kalıyordu. Burada Sıkıyönetim mahkemesine çıktı. Mahkeme başkanı Generalin davranışını hayatı boyunca unutmadı. Yüksek sesle bağıran bir vaziyette salon sesinin şiddetiyle çınlıyordu. Parmağını da sallayarak ‘’Sizi tutukluyorum istikbalinizi elinizden alıyorum. Tutukluyorum.’’ Buradan kısa zaman sonra dönemin meşhur Maltepe Askeri Cezaevine gönderildi. Burada ülkemizin en değerli yazarları, gazetecileri, Deniz harp okulu teğmenleri, döneme damgasını vuran iki büyük örgüt üyeleri bulunuyordu. Hepsinin de ülkelerini herkesten daha çok sevdiklerini kesinlikle biliyordu. Dönemin hükümetinin , Kuzey komşumuzla ekonomik ilişkilerinden rahatsız olan güçlerin darbeye etkisi olduğu kesindi. Ayrıca mevcut Cumhurbaşkanın süresi bitmek üzereydi. Türkiye çapında mahkemeler arka arkasına kararlar veriyordu. Bu askeri ceza evinden kaçan gençler idama mahkum edilen arkadaşlarını kurtarmak için eyleme geçmişlerdi. Anadolu’nun bir köyünde hepsi birden öldürüldü. Sağ kalan arkadaşları idam edildi. Cezalarını bitirenler hayatlarını sürdürdü. Kaçışın hangi zaman aralığında olacağını tespit eden arkadaşları ‘’Keşke o zamanı bildirmeseydim. Kaçmasalardı. Yaşasalardı’’ diyecekti. Dönemin adli mahkumlarından birisi sohbet sırasına ‘’Sizdeki bilgi bizde, bizdeki görgü sizde olsaydı bu hallere düşmezdik’’ diyecekti. Türkiye’nin bu kadar yurtsever gençlerinin eylemleri bahane edilmişti.
Baba, nihayet oğlunu kurtarmıştı. Oğlu bir yıl sonra okula döndü. O senenin sonunda başka bir okula gönderildi. O sene okulu bitirdi. Öğretmen oldu. Ne var ki hayat O’nu ateşin üzerinde yürümesine devam ettirdi. Mahkeme dosyasında güvenlik güçlerinin hakkında yazdığı rapor peşini bırakmadı. Raporda öyle akıl almaz yakıştırmalar vardı ki henüz çocukluğunda dağlarda kırlarda koşarken bu yolun yolcusu olmuş. On dokuzunda zirveye gelmiş. Kendisi gibi çok arkadaşı bu yolda yürüdü. Hayattan ayrılanlar oldu…..Ölenleri ve kalanları hiçbir zaman unutmadı…