Antik çağın yedi harikasından birisi olan Rodos Heykeli  bronzdan yapılmış otuz iki metre boyunda  devasa bir yapıydı. Elindeki  meşale her gün bir asker tarafından ateşleniyordu. Asker heykelin baş parmağından giriyor ve  heykelin içindeki merdivenden çıkıyordu. ‘’Güneş Tanrısı’’ olarak bilinen heykel bir depremde dizlerinden kırıldı denize düştü. Öyle yıllarca kaldı. Emeviler  Rodos’u yağmalarken heykelde nasibini almıştı. Bronz heykel parçalara  ayrıldı ve karaya çıkarıldı. Musevi bir tüccara satıldı. Dokuz yüz deve  ile Suriye’nin Humus şehrine taşındı. Heykele çok büyük anlamına gelen ‘’Kolosos’’ demişlerdi.
Kolosos  dillere destan olmuştu. Roma imparatoru bu heykel kadar meşhur ve büyük bir yapının yapılmasını emretmişti. Roma şehrinde tiyatro, sanat, spor ve eğlence merkezi yaptırdı. Seksen bin kişilik bu yapıya çok büyük yapı anlamına gelen ‘’Kolezyum’’adı verildi. Kolezyumdan da esinlenen İspanyanın Barcelona futbol kulübü  Camp Nu’ yu yaptırdı. Konumuz Kolezyum da yaşanan  ve o zaman ki  dünyayı etkileyen olaylar olacak.
Kolezyumunun  İmparatorlar, sanatörler devlet yöneticileri, parlak kireç taşı localarında otururlardı. Vahşi hayvanlarla dövüşen gladyatörler aynı zamanda birbirleriyle de öldüresiye savaşırlardı. Roma da en çok keyif alınarak izlenen gösterilerdi. Yaralanarak düşenlerin yaralarını Bergama dan getirilen  doktor Galenos tedavi ederdi. Dünyanın ilk spor doktoru olarak ünlenmişti. Eğlence için ölümü göze alan dövüşenlerin hava ve ışıktan başka hiçbir şeyleri yoktu. Evleri ocakları yoktu. Kolezyumun içinde hücre gibi özel odalarda yaşarlardı.
Trakyalı köle Spartakus  bu dövüşlerin en başarılısıydı. Romalıların eğlencesi haline gelen kanlı gösteriler artık son derece üzücü ve acı verici hale gelmişti. Nihayet Spartakus yetmiş arkadaşıyla birlikte dönemin büyük imparatorluğuna baş kaldırmıştı. Kısa zamanda on binleri bulan isyancılar Vezüv dağına çıkmışlardı. Köleliğe son verilmesini istiyorlardı. ‘’Artık kimin canı şarap istiyorsa eliyle işret etmeyecekti. Gidip şarabını kendisi alacaktı. Bundan böyle hiç kimse tahtırevana  binerek bir yere gitmeyecek, yürüyerek gidecekti. Artık sabahları beyler uyanmadan tuvaletlerde oturarak mermer ısıtılmayacaktı. Herkes soğuk mermere kendisi oturacaktı. ‘’  Artık köleler satılmayacaktı. Özgür olacaklardı. Diğer insanların haklarına sahip olacaklardı.
Generaller, askerlerinin daha iyi savaşmaya çağırdıkları zaman onların düşmana karşı evlerini ocaklarını , atalarını mezarlarını koruduklarını söylerken doğru söylemiyorlardı. Çünkü onlar gerçekte başkalarının zenginliklerini ve mallarını korumak için kanlarını dökmelerinin ve ölmelerinin istendiğini söylemiyorlardı. Bu adamlarının hiç birinin bir yuvası yoktur. Ve hiç birisi atalarını mezarlarını bilmezlerdi. Onlara yeryüzünün hakimi oldukları söyleniyordu. Halbuki hiç birini bir avuç toprağı yoktu.
Köle ayaklanmasının lideri Spartakus zamanla sayıları artan bir ordunun komutanı olmuştu. Tek sorunu aldıkları şehirlerin yağmalanmasını engelleyemiyordu. İmparatorluk  beklemediği bir sorunu çözemiyordu. Köleler Güneş Ülkesini kurmak istiyorlardı. Herkesin eşit, herkesin ayni haklara sahip üretilen her şeyin paylaşıldığı, herkesin evi ocağı olduğu, en önemlisi alınıp satılan değil özgür insanların olduğu, kölelerin hepsinin de aynı renk giysileri değil, istedikleri renklerde olmasını istiyorlardı. Aslında Güneş Ülkesi bir ütopyaydı. Ancak çok güzel bir ülkeydi. Spartakus bir savaşta yaralanıp düştü. Ölmek üzereyken güneşe doğru gözlerini çevirmişti. Gülümsedi ve gözleri donup kalmıştı. Mutlu ölmüştü çünkü o sırada özgürdü. Güneş Ülkesi insanları denediler ama başarılı olamamışlardı. Tıpkı tarihin bir çok döneminde yaşanan ayaklanmalar gibi. Ancak insanlığa, insanlara, kendileri gibi olanlara  çabalarını ve özlemlerini miras bıraktılar.
‘’Güneş Ülkesi’’ ütopya olarak devam ediyor. T.Campanelle eserinde ‘’Bu ülkenin yöneticileri aydın kişilerdir. Ülkenin en yüksek yöneticisi Filozoftur. Her birey topluma yararlı olacak şekilde görev üstlenir. Özel mülkiyet yoktur.’’ Yazıyordu. Rahmetli değerli sanatçı İlhan İrem ise ‘’Güneş Ülkesinin Karanlık İnsanları’’ kitabını yazarak bu yolda yürümüştü. İ.İrem ‘’Sevginin olmadığı yerde gerçeğin anlamı yoktur. İncelikler ve aşk çoktan terkedildi. Son hayat belirtisi olarak can çekişen farkındalıkta bitti’’ diyordu. ‘’GÜNEŞ  ÜLKESİ’’ ne özlemlerimle…