Bin sekiz yüzlü yıların en gelişmiş ulaştırma araçları buharlı lokomotiflerin çektiği tren katarlarıydı. İzmir, Afyon hattındaki en önemli duraklardandır , bölgeye adını veren Salihli istasyonu. Halen dimdik ayakta ve hizmete devam etmektedir. İnsanlarımız ‘’Hadi bir istasyon yapalım’’ diyerek yapının rıhtımında gezi yapmayı çok severler. Bende öyle yaptım. Çınar ağaçlarının koyu gölgesindeki ‘’Ulaş Çay ‘’bahçesini geçip son durak yoluna geldiğimde üstü posterlerle örtülmüş yapı içinde işçilerin yoğun çalışmasını izlerken belleğim çalışmaya başladı. Burası altmışlı yetmişli yıllarda çardak bir kahveydi.
Yapının karşısında durdum ve ne kadar güzel şeylerin yaşandığı bu çardak kahvenin şehrimizin belleğinde de çok önemli yeri olduğunu hatırladım. 1975 -1976 yıllarında Salihli lisesi gezi kolu öğrencileri Marmaris’e gitmeye karar veriyorlar. Gezi günü yaklaştıkça bu çardak kahvede tanıştıkları ve güçlü arkadaşları olanların geziye resmi katılmaları mümkün değil. Öğrenci olanlarla diğer okullarda olan ve öğrenci olmayan sıkı arkadaşlıkların yaratıcılığı ile çözüm yolunu bulurlar. Öndeki otobüsün önünde ‘’Salihli Lisesi’’ pankartı asılır. Arkadaki otobüsün önüne de ‘’Can Baba Üniversitesi’’ pankartı asılır. Gezi sürerken Salihli’de böyle bir üniversite mi varmış sorularıyla karşılaşırlar. Gezi tamamlanır . Evet ikinci otobüsün çocukları Can Baba kahvesi müdavimleridir. Karşısında durduğum eski çardak kahve Can Baba Üniversitesinden başkası değildi.
1968 yılı dünya ve ülkemiz gençlerinin en ateşli yıllarıydı. Gençlerin heyecanı ülkemizde Dev Genç olarak görünüyordu. Daha çok Yüksek okul öğrencilerinin oluşturduğu bu örgüt zamanla iddiasını yükseltip ülkede devrim yapma yolunda yürümeye başlamıştı. Artık gençlik sorunları baskılayıp ülke sorunlarını öne çıkarmıştı. Bu amaçla işçilerin, köylülerin .tüm çalışanların sorunlarının çözülmesi için kendilerinin görevli olduğuna inanmışlardı. Bu amaçla Salihli’miz de bir miting düzenlemişlerdi. Çok aktif gençler vardı ve İzmir Dev-Genç örgütünün üyeleri Salihli’de köylere giderek bildiri dağıtıyor, afişler asılıyor. Üzüm ve pamuk taban fiyatlarının arttırılmasını istiyorlar ve böylece bu kitlelerin yanında olduklarını amaçlamışlardı. Salihli’den bizlerde çalışmalara katılmıştık.
Yollara ,uygun duvarlara sloganlar yazılıyordu. Kahvenin önünden geçen beton yola çok büyük harflerle teneke içindeki kirece batırılan fırçayla Dev- Genç yazılmıştı. Ertesi günü kahvenin yanındaki durakta dolmuşlara yolcu bindirerek hayatını sürdüren ve o zamanki istasyonda bilinen, tanınan kişi yazıyı yıkamıştı. İzmir’den gelen Dev-Genç başkanı Mehmet Çavuş ve yanında Muzaffer Doyum ‘la silinen yazının olduğu yerde durarak ‘’Burada ki yazıyı kim sildi’’ diye yüksek sesle sordular ellerinde fırça ve tenekede sıvılaştırılmış kireç vardı. Duraktaki tanınmış kişi ‘’Ben sildim’’ dedi.Al tenekeyi ve fırçayı sildiğin gibi yaz dedi gençler. Bilinen kişi biraz diklendi. ‘’Yaz Lan’’sesi yükselince o kişi kuzuya dönmüştü. Yalvardı abiler yapmayın dedi ama nafile. Yazıyı bilinen kişi olay üzerine toplanan istasyonluların bakışları arasında Dev-Genç yazısını tamamladı. Tanınmış kişi o günden sonra dolmuş durağına gelmedi.
Gençliğin ortadan bölündüğü dönemdi. Ülkücü gençlerde örgütlenmişlerdi. Can Baba kahvesi Devrimci gençlerin yoğunlaştığı yerdi. Bir gece kahveye heyecanla giren arkadaşımız ,’’Arkadaşlar Ülkücüler kahveyi kuşatmışlar’’ deyince herkes ne yapacağını bilemeden öylece oturdukları yerde sanki donmuşlardı ve ne olacaksa kabullenmişlerdi. Kaçıp giden olmadı. Kahvenin köşesinde sigara satılan bölüm vardı. Orada ayrıca siyah bir telefon vardı. Telefon çalınca Güner Can o küçük yere girip telefonda konuşup çıktı ve oturdu. Ülkücü gençler zamanı kollarken bu durumu izlemişler. Beş dakika sonrası babası tulumba çakan Yusuf Dinler hiçbir şeyden habersiz elindeki çantayla kahveye girdi. Kahvede çıt yoktu. Çantada aletler ve anahtarlar vardı. Beton zemine ne bu sessizlik dercesine çantayı atmıştı. Demir anahtarlar şangırt diye ses çıkarmıştı ve ses dışarıya kadar gitmişti. Dışarıyı gözetleyen arkadaşlardan birisi ‘’Ülkücüler koşarak kaçtılar ‘’dedi. Gerçekten öyle olmuştu. Bir yıl sonra Üniversiteyi İstanbul’da okuyan Salihli’li gençler Fatih semtinde ev tutmuşlardı. Hepsi fakir aile çocuklarıydı. Devrimci gençlerle Ülkücü gençler aynı evi paylaşmak zorunda kalmışlardı. Hayat onlara bir arada olmalarını öğretmişti. Kahveyi kuşatıp ta sonra kaçanlardan biri de aynı evdeydi. Bir gün’’ ya siz o zaman neden vazgeçtiniz’’ diye soruyor. Ülkücü genç ‘’biz aptalmıyız Güner telefon açtı Yusuf silahları getirdi ortaya attı. Biz de vazgeçtik .’’ O kadar olsun bir tesadüf kan akmasını engellemişti. Dünyanın en güzel tesadüfü.
Can Baba Üniversitesinin sahibi Ali Can’dı. Ocakta Nasuh abi, şef olarak Mestan abi, Şerif, sonraları da Abdurrahman görev almıştı. Dostlukların, arkadaşlıkların hası yaşanmıştı o çardakta. Şimdi yapıyı yenileyen ustalar ne yaparlarsa yapsınlar, benim belleğimden ve o kuşağın belleklerinden çardağın altındaki olup bitenlerin silinmesi mümkün değildi.