Kütüphanemdeki felsefe kitaplarımın bazıları demir leblebi, bazıları da hemen kana karışan cinsten.
Aleain de Botto’nun “Felsefenin Tesellisi” de ikinci grup popüler felsefe kitaplarından.
Bu tarz kitaplar; ağır felsefi kavramların analizi, sistem eleştirisi ya da yeni bir sistem kurma teşebbüslerinden ziyade, filozofların düşüncelerini biraz basitleştirerek, güncelleyerek, hayatla bağ kurarak, felsefeyi popülerleştirme amacını taşırlar.
Filozofun derin kavramsal düşüncesinden çok, onun, kişiliği, personası, hayata karşı tavrı, yaşam biçimleri öne çıkarılır. Bundan dolayı da, magazin merakı etkisiyle, kolay okunup, çok satanlar listesinde yer alırlar.
Felesefe demişken, felsefeye karşı iki uçta yer alıyoruz.
Ya felsefeyi toptan reddedip ondan uzak duruyoruz (Aklı kullanıp düşünmeme, sorgulamama), ya da okuduğumuz bir flozofun görüşlerini mutlak doğru gibi ömür boyu giyiniyruz (düşünmeyi, sorgulamayı bırakma, ideoloji).
Her ikisi de insan doğasına aykırı, ilki düşünmez, diğeri düşünceyi dondurur.
Alain de Botton Felsefenin Tesellisi’nde, altı filozof üzerinden, günlük hayatta bize acı veren sorunları rehabilite etmede, felsefeye başvurmamız tavsiyesinde bulunuyor.
Filozofların hayatı ve düşüncelerinden yola çıkarak, her bölümde ayrı bir sorunu ele alıyor.
“Toplum tarafından kabul görmemenin tesellisini” Sokrates’te.
“Yeterince paraya sahip olamamanın tesellisini” Epikurus’ta.
“Düş kırıklığı yaşamanın tesellisini” Seneca’da.
“Kendini yetersiz hissetmenin tesellisini” Montaigne’de.
“Kırık bir kalbin tesellisini” Schopenhauer’da ararken.
“Zorluklar yaşamanın tesellisi” için de Nietzsche’yi öneriyor.
Geçenlerde Nietzsche’ye (Niçe’ye) (1844-1900) dair, “Zorluklar yaşamanın tesellisi” bölümünü kariştırıken, daha önce nedense gözümden kaçmış, Nietzsche’nin alkol kullanımıyla ilgili görüşleri dikkatimi çekti.
Meğer filozofumuz alkolden nefret ediyormuş.
Bonn ve Leipzig Üniversitelerinde öğrencilik yaptığı sıralarda arkadaşlarının alkol sevgisi onu çileden çıkarıyormuş.
“Kulüplerde iyi arkadaşlık adına yapılanları son derece tatsız buluyorum… hele bazılarının bira içinde yüzen o maddeciliğine hiç tahammül edemiyorum” diyormuş.
Okumayı sürdürdüğümüzde şunları da öğreniyoruz.
Ünlü filozof, Üniversite yıllarında olduğu gibi, erişkin olduktan sonra da alkole karşı olmayı sürdürmüş.
“Alkollü içkiler bana göre değil” diyerek, “Alman beyni birayla sulanmış” diye yakınmış.
Avrupa’nın modern çağda mutsuz olmasının sebebini de, “Ortaçağ” boyunca kendilerini içkiye vermelerine bağlamış.
Peki de filozofumuz, alkolden nefret ettiğine göre ne içiyormuş?
1871’de Lugano’da kaldığı Park Otelin 2-9 Mart arasında kesilen faturasına göre yedi günde on dört bardak süt içmiş.
Günde iki bardak süt.
Ona göre, mutlu olmak isteyen insan, ağzına bir damla bile alkollü içecek koymamalıydı.
Şöyle dile getirmiş düşüncelerini.
“Tinsel (ruhsal, manevi) yanları ağır basanlara alkolden tümüyle uzak durmalarını öğütlüyorum. Su insana yeter.”
Buraya kadar magazin.
Bundan sonra felesefe başlıyor. Sorular, sorgulamalar.
Bizi “acı” mı geliştirir, “keyif” mi?
“Doğru olan”, “yanlış olan” nedir?
Nietzsche’nin alkole duyduğu nefret, İngiliz pragmatist filozoflarından John Stuart Mill yüzündenmiş.
Mill’e göre, bir eylem; insana ne denli, mutluluk, keyif veriyorsa o denli doğru, mutsuzluk, acı ve keyifsizlik veriyorsa da o denli yanlıştır.
Nietzsche, mutluluğun John Stuart Mill gibi faydacı filozofların düşündüğü yoldan elde edilemeyeceğini söyler ve itiraz eder ona.
Söyle sürdürür itirazını:
“Her şeyin değerini; verdiği keyif ve acı bağlamında ölçmeye çalışan bütün bu düşünceler, yaratıcı gücün ne demek olduğunu bilen ve sanatçı vicdanı taşıyan herhangi birinin küçümseyeceği safça düşüncelerdir.”
“Sanatçı vicdanı”
Nietzsche’e göre, bir sanat eseri üretmek, insana çok büyük bir manevi tatmin sağlayan, aynı zamanda büyük acılara katlanmayı da gerektiren bir etkinliktir.
19. Yüzyıl ünlü Fransız yazarı Stendhal’i örnek vermiş.
Şöyle diyor “Kırmızı ve Siyah” müellifi için.
Eğer Stendhal sanatının değerini kendine verdiği anlık zevk ve acılar bağlamında ölçmeye kalksaydı “Yönetilmekten Korkan Adam” eseri başarı doruklarına tırmanamazdı.
Nietzsche bize düzlüklerde bira içmek yerine, tırmanmanın acısına katlanmamızı öğütlüyor.
Acıdan kaçınamıyorsak çekmeyi öğrenmeliyiz.
Acıyı yok etmek, onu alkolle anlık unutmak yerine, ondan faydalanmak; acı, keder ve mutsuzluğu malzeme olarak kullanıp, eserler üretmek, onunla zirvelere ulaşmaya çalışmak gerektiğini öğütlüyor bize sanırım.
Yine işin magazin kısmına dönelim.
İyi de Nietzsche hiç mi alkol almamış?
1863 ilkbaharında, on sekiz yaşında, okulunun yakınındaki bir birahanede dört bardak bira içmiş.
Sonra da annesi Frannziska’ya bir mektup yazmış.
Botton, Nietzsche’nin yazdığı bu mektubun örneğini de eklemiş, Felsefenin Tesellisi’ne.
“Sevgili anneciğim,
Sana yazıyorum çünkü hayatımda yaptığım en tatsız, en korkunç şeyi sana itiraf etmek istiyorum. Çok uygunsuz davrandım; bilmiyorum beni affedebilir misin, affedecek misin? Kalemi elime alırken kararsızdım; özellikle birlikte geçirdiğimiz o harika Paskalya tatillerini hatırlayınca yaptığımdan daha da utanç duydum. O tatiller sırasında hiçbir tatsızlık yaşanmaz, hiçbir şey keyfimizi kaçırmazdı. İtiraf ediyorum, geçen pazar sarhoş oldum. Nerede durmam gerktiğini bilmiyordum. Bunlar dışında bir özrüm de yok.”
Hasılı kelam.
“Acıları” alkolle geçici olarak “bastırmak” kolaydır.
Zor olan “acımızı malzeme olarak kullanıp” oradan kalıcı eserler üretebilmektir.
Sanatçının yaptığı da bu değilmi zaten.
Okumayı seven, alkolden nefret eden, elinde deri kaplı defter, kurşun kalemle sık sık dağ yürüyüşlerine çıkan Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin çok önemsediğim bir deyişiyle veda edtim “Felsefe’nin Tesellisi” ne.
“Yalnızca yürüyüş sırasında akla gelen düşüncelerin bir değeri vardır.”