Füsun Akatlı'nın "Kırmızı Gagalı Pelikan" kitabı, ufuk açıcı denemelerden oluşuyor.

 2010 yılında kaybettiğimiz felsefeci ve eleştirmen Akatlı, binlerce öğrenci yetiştiren bir akademisyen ve entelektüel yazardı. İlber Ortaylı, "Defterimden Portreler" kitabında onun hakkında şöyle yazmış:

"Bizim tanışmamız Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi sınıflarından birinde oldu. Edebiyat tarihi dersinde. Ne ben ne de Füsun o sınıfın öğrencisiydik. Osmanlıca öğreniyorduk. Daha önceleri Arapçaya başlamıştım, harflerini biliyordum fakat Füsun'un süratle işi kavradığını hatırlıyorum. O günlerin bağnazlığı içinde o yerlerde hiç kimse ne Arap harfi öğrenirdi ne de Osmanlıca. Bazı konuşma ve yazılardan haberdar olmuştum. Muhafazakâr çevreden olmadığı belliydi. Ama bir nokta çok açıktı: Ciddi bir arkadaştı. Öztürkçe hastası değildi. Edebiyat dünyasına girebilmek için eski metinlerin okunması gerektiğine inanıyordu. Mütevazı ve vefakârdı. Oturur yazardı. Yirmiye yakın kitabı Türkiye’nin edebi eleştiri, sanat felsefesi ve estetik dünyasında yol gösterici bir rol oynuyor."

"Kırmızı Gagalı Pelikan"ı okurken bir bölüm dikkatimi çekti:

"Kültürsüzlüğümüzün Kışı" (s.166-170). Akatlı burada; "birey olma", "birey eğitimi", "malumat" ve "genel kültür" kavramlarını irdeliyor. Başlık, yaşadığımız zamanların çoraklığını da imliyor. Ona göre, tek tek bireyleri eğitmeden, toplum eğitiminden söz edilemez, çünkü ancak "birey" somuttur. "Birey" olma sürecinde ise “genel kültür” kazanımı önemlidir.

Peki, nedir genel kültür?

 Dünya başkentlerini, para birimlerini bilmek mi? Shakespeare'in piyeslerini, Yaşar Kemal'in romanlarını bir çırpıda saymak mı? Orhan Oğuz'un filmlerini sıralayabilmek, Frigya Kaya yerleşimlerini sayabilmek mi? Ya da Krallar Vadisi'ni, Pessinus’u, Kaşkar’ı, Vinci’yi haritada işaretleyebilmek mi? Genel kültür böyle bir şey midir?

Hayır, diyor Akatlı. Bunlar; öğrenilmiş, hatırda tutulabilecek, unutulabilecek şeylerdir. "Malumattır" bunlar. Salt malumat.

 Malumat sahibi insanla, kültürlü insanı kıyaslıyor devamında.

"Malumat sahibi insan" pasiftir. "Kültürlü insan" aktiftir. Merak eder, değerlendirme, yorum, kıyaslama yapar. Seçer, zevk alır. Malumat onun için bir malzemedir sadece. Kültürlü insan her şeyi bilemez ama bildiği her şeyi işe yarar hale getirir. Malumat, bir "hafıza işidir". Kültür ise “bilinç işidir". Enjekte edilmez, aktarılmaz, elenir, ayıklanır, unutulur "kültür" olur.

Ve soruyor, kültür bir bilinç işidir diyoruz da, neyin bilincidir kültür?

Üç bilinçten söz ediyor: Dil, düşünce ve tarih bilinci. Yani; edebiyata, felsefeye, tarihe derinlemesine hakimiyet. İşte genel kültür kumaşı, bu ipliklerle dokunmuş olmalı. "Malumat" bu kumaşa işlenen incik boncuklardan sayılır.

Bu tanımlardan şu sonuca ulaşılabilir:

 “Dilin bütün semantik ve estetik imkanlarıyla, insanlığın düşünce birikimini, tarihi müktesebatını temellük edip bunlar üzerinde analiz, sentez, değerlendirme, mukayese ve çıkarım yapabilir hale geldiğimizde "birey" ve "kültürlü insan" olma şansını yakalayabiliriz”.

 Zor iş değil mi?

Kolaymış gibi gelirdi bana. Ortaokul yıllarıydı sanırım, tek kanallı, dantelli, siyah-beyaz dönemlerde, kültür yarışmaları olurdu. Halit Kıvanç sorar, konuklar cevaplardı, ilgiyle izlerdim. Hiç unutmam, Kıvanç, Anadolu'da kurulan en eski devletin adını sormuştu. Yarışmacı "Eti” diye cevaplayınca, gıpta etmiştim o yarışmacıya. Nasıl da her şeyi biliyordu! Zor bir soruyu bilmiş, ödülü kapmıştı. Sanırım diş macunuydu.

Hemen Sosyal Bilgiler kitabının sonundaki kronoloji bölümünü açtım. Yukarıdan aşağıya taramaya başladım. Parmağımın durduğu yerde, Prut Antlaşması 1711 yazıyordu. Bir kâğıda yazdım. Zar zor telaffuz edebildiğim “Prut" adını, "1711” tarihini eksiksiz ezberledim. Ne Tuna’dan haberim vardı ne Prut’tan. Ne Dicle’den ne Fırat’tan. Ertesi gün, Prut Antlaşması'nın tarihini sorduğumda sınıfta kimse bilememişti tabi ki. Basmıştım havamı, hatırladıkça tebessüm ederim.

Hasılı kelam.

 Birey olmak. Dil bilinci. Düşünce bilinci. Tarih bilinci.

 Dilin semantik ve estetik imkanlarıyla, insanlığın düşünce birikimini, tarihi müktesebatını temellük etme. Bunlar üzerinde analiz, sentez, değerlendirme, sorgulama, mukayese, çıkarım… Zor işler bunlar.

Emek istiyor sevgi gibi.

Emeksiz olmaz, kolayı yok bunların diyorsun, ama ben kolayını buldum Füsun Hocam!

İyisi mi diyorum, dolaşımdaki kalıp yargıları geçireyim kafama.

Akayım, akayım kalabalığa.