İnsanları “anlamak” sanıldığı kadar kolay değil.

Bunun nedeni de belli aslında.

Bilinçli”, “kontrollü” bir şekilde yansıtıyor kendini dışarıya.

Haliyle bu durum da, insanı anlama sürecini uzatıyor.  

Ama şehirler insanlara benzemiyor hiç.

 Dününü, bugününü olması gerktiği gibi değil, olduğu gibi ortaya seriveriyor.

 İşte buyum ben diyor.

Doğası, insanı, türküleri, efsaneleri, kültürüyle önünüzdedir.

 Taşımadığı değerlerin sahibiymiş gibi göstermez kendini.

Şehirleri mi, insanı mı keşfetmek daha kolaydır, denilse her ikisi de zordur derim.

İnsanlar gibi şehirlerin de bir ruhu vardır. Asıl olan o ruhu keşfetmeye gayret etmektir. Gerçi günümüz kentleri o ruhtan mahrumdur. Bir örnek ve tekdüzedir.

Tanpınar’ın dediği gibi, şehir ya size ruhunu açar ya da ona ömür boyu yabancı kalırsınız. Bir yabancı gibi üzerinde bedeneninizi taşır durursunuz.

 Bir şehiri keşfe çıkmak, bir insanı keşfe çıkmak gibi, keyifli bir yolculuğa çıkmaktır aslında…

"Düzlükte, gelip geçse de yol, Afyonkarahisar'dan
Ey yolcu, görünmez Afyonkarahisar, İstasyondan
Şayet vaktin olursa tırman Kale'ye
Bak Afyonkarahisar'a gökyüzünde bir balkondan"

Evliya Çelebi üstadın atının toynağını takip edenler için kışkırtıcı dizeler bunlar.

Afyon Ovası’ndan aniden yükselen dik bir kaya kütlesinin üzerindeki kaleyi, Afyon’dan geçip de görmeyen yoktur sanırım.

Karahisar, gerçekten “gökyüzünde bir balkon”.

Nedendir bilmem.

Bu balkona birçok kez tırmandım, hala da hevesimi almış değilim.

Zafer Müzesi” önünden, kale altındaki tarihi evlerin arasından Selçuklu yapısı ahşap “Ulu Camii’ civarından başlıyor tırmanış.

Ben de buradan başlıyorum, 580 adet antik merdivanlerden yükselmeye…

Tırmanırken neler görüyorsun neler…

 Yukarıdaki devasa kayaları görüp dönüşe geçenler, çıkmaya değer mi diye birbirlerine soranlar, ardına bakmadan emin adımlarla ilerleyenler...

İnişe geçenlerde öyle bir mutluluk ki sormayın.

Yükseldikçe yukarıda dev kayalardaki çatlaklar, aşğıda kırk direkli ahşap Ulu Camii, ara sokaklar belirginleşiyor.

Meşhur türkü kulağımda:

Karahisar kalesi yıkılır gelir,

Kâkülü boynuna dökülür gelir

“Yıkılır gelir” diyor türkü. İçimde bir karıncanlanma olsa da, dev kayalara oturmuş kalenin yıkılacağına dair b endişem olmadı hiç.

Şüphesiz inlerce yıl boyunca, bu merdivenlerden sayısız medeniyet gelip geçmiştir.

Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Helenler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar.

 Ağostos sıcağında, Kocatepe’de Gazi’nin emriyle ateş kusan silahlara karşı taarruza geçen mehmetçiğin, Allah Allah nidalarıyla kendine doğru koştuğunu görmüş bu kale yıkılır mı hiç?

Asırlarca bu taş merdivenlerden inen çıkan insanları düşündüm.

Acaba onlar da dünyalık hırsıyla birbirlerine dünyayı dar etmişler miydi?..

Burnu kaf dağında olanlar var mıydı aralarında?..

Yükseldikçe; şehir aşağıda kalıyor, kale kapısı yaklaşıyor, yol dikleşiyor, aşğılara bakmak ürkütüyor.

Kale kapısının taş yarıklarından fışkırmış çitlembik ağaçlarının dalları, rengarenk çaput parçalarıyla dolu.

 Buranın dilek yeri olduğunu okumuştum bir yerde.

Evlenmek isteyen kızların kısmet diledikleri mekânı burasıymış.

 Kaleye çıkıp:

"Bahtım bahtım
Altın tahtım
Evlenecek vahtım
” diye bağırırlarmış.

Kale kapısı, dev bir kaya oyularak açılmış. Üzerinde kalenin bedenleri yükseliyor.  Osmanlıca bir tamir kitabesi göze çarpıyor. Kitabe şanslıymış, ulaşılmaz bir yerde olduğundan sağlam kalabilmiş.

 Bir kadınla iki yetişkin kızı aşağıya inerken, çitlembik ağacına bir şeyler bağladılar. Kimsenin görmesini istemiyorlardı sanırım, karşılarında beni görünce bir tuhaf oldular.

“Teyze…ağaca bir şey bağladınız, nedir, önemli bir şey mi, yabancısıyım da buraların, merak ettim…”

Kadın gülüyor, kızlar annelerine bakıyor.

“Yok ya… bişey yok. Herkes bağlamış.  Su şişesinin üstündee bandı çıkardım. Ben de bağladım”.

“Tamam, teyze hadi iyi günler”

“……..”

Kale kapsından içeri girdim. Zirvede birkaç kişi etrafı seyrediyor. Mazgallara yaklaştım. Gerçekten “gökyüzüne kurulmuş bir balkon” burası.

Şehir ayaklarınızın altında.

İnsanlara yüksekten bakmayı sevenler için bulunmaz bir nimet...

Her yerde olduğu gibi ova beton ormanı.

Zirve oldukça geniş. Bir Selçuklu mescidi, her uygarlıkça kullandığı anlaşılan iki büyük sarnıç hala ayakta.

Zirvede rüzgarını almış al bayrak. Altında dinlenmeye çekildim.

Akrofobisi olanlar için kaleye çıkmayı önermem.

Karahisar Kalesi’ne tırmanmak bende alışkanlık yaptı desem yalan olmaz.

Kocatepenin önü sayılır burası.

O kadar yoğun tarihi, psikolojik duyguları aynı anda yaşatıyor ki, insanın aşağı inesi gelmiyor. Ne yöne baksam şehrin ruhu ben buradayım, buraya bak diyor. Binlerce hatıra depreşiyor semantik, epizodik hafızamdan.

Neylersin her güzelliğin bir de sonu var.

Çitlembik ağacıyla vedalaşıp inişe geçtim.