Ülkemiz yangın yeri maalesef.

Gördes yangını” diye adlandırılan ve kısa sürede Salihli sınırlarına ulaşan yangın, Antik Çağ’da “Kuzey Lidya” diye bilinen verimli bölgemizi küle çevirdi. Gördes-Kayacık- Karikapolis (Karayakup)- Daldis (Nardı-Kale) antik yol hattı üzerindeki hasar çok büyük. Allah bir daha böyle acılar göstermesin. Ülkemizin deprem ve yangın bölgesi olduğu bir saniye bile unutulmasın.

2011’den beri adım adım gezdiğim bu güzelim yörenin, karalara büründüğünü görmek içimi acıtıyor.

2011 baharında, Araştırmacı yazar İbrahim Çiçek’le (Rahmetli) yörede gerçekleştirdiğimiz bir gezi sonrasında yazdığım aşağıdaki yazıyı güncelliği dolayısıyla paylaşmak istiyorum.

“Görülmesi Vacip: Kayacık Kalası

Cumartesi günü Gördes-Kayacık Beldesindeydim.

Neden Kayacık, diye meraklananlara hemen söyleyeyim.

Kayacık ve yakın çevresi, Bergama Krallığı varislerinden Aristonikos’un Roma ordularına karşı direndiği, Bizanslıların sürgün yeri olarak kullandığı, Osmanlıların “kaza merkezi” yaptığı, Kuva-yı Milliye döneminde Çerkez Ethem'in Yunanlılar’a sığındığı ve Demirci Akıncıları’nın tarih sahnesine çıktığı önemli bir yöredir.

Pirimiz Evliya Çelebi bile yıllar önce kiraz mevsiminde, birçok tarihi olaya şahitlik yapan Kayacık'a yolunu düşürmüş, çevreyi adım adım sindire sindire gezmişti.

 Bense hâlâ oraları görmemiştim.

 "12-15 Mayıs 2011- II. Kayacık Tarih ve Kültür Festivali”'ni de fırsat bilerek, "Domaniç Dağı’nın Yolcusu" gibi, araştırmacı yazar İbrahim Çiçek Hoca’yla birlikte Salihli'den Kayacık'a doğru yola çıktık.

Dibek Dağı’nı aşarak tarihi "Hacı Hıdır Köprüsü'ne vardık. Görüntülerimizi alıp, ekinli-tütünlü, beyaza-mora boyanmış haşhaş tarlalarını, taptaze gelincikleri, papatyaları, zeytin, kızılçam, fıstık çamı ve taze meşelerin doldurduğu yemyeşil, meyve dolu rengarenk dalgalı yaylaları, zaman zaman ben de buradayım diyen Pembe erguvanları, döne-dolana giden yol üzerindeki kiremit çatılı, beyaz badanalı yayla köylerini selamlayarak bir tepe eteğindeki tarihi Kayacık Beldesi’ne ulaştık.

Kayacık Kalası, Beldenin simgesi adeta. Gecekondu mahallesindeki biricik gökdelen gibi bütün haşmetiyle karşımızdaydı. Dibek Dağı, Çomaklı Dağı. Gördes ve Akhisar dağları arasındaki hafif dalgalı yayla üzerinden öyle bir yükselmis ki, dik kaya kütlesiyle bütün yaylaya hâkim durumda. Kasabaya yaklaşırken İbrahim Hocam en uygun bir yerde hemen fotoğrafladı.

Merkeze giren yol üzerinde "II. Kayacık Tarih ve Kültür Festivaline Hoş gel- diniz" pankartı altından geçerek Belediye Meydanı’na vardık. Meydan kalabalıktı. Yerel ezgiler çalınıyor. Gençler spor müsabakası için sahaya iniyorlardı.

Meydanda biraz dinlendikten sonra, taş döşeli Kasaba’yı gezdik. Tarihi kitabesiyle "Eski Mahalle Camii" ve sanat değeri hayli yuksek "minaresi ve eski Türk evleri” dikkatimizi çekti.

Minarenin dibindeki çeşmeden su içen Evliya Çelebi bu suyu övmüştür. Hava soğuk olduğundan biz tadamadık. Tekrar merkeze indik. Kıl çadırda otlu gözleme yedik, yayık ayranı içtik. Belediye arkasındaki en eski kahvehanede köylülerle çay içtik, sohbet ettik.

Birazdan Belediye Başkanı Ramazan Koyunlu geldi. Hoş beşten sonra etkinliğini tebrik ettik. Yaklaşık bir saat "Kayacık" ve "etkinliklerle ilgili” söyleşi yaptık. Tarih ve kültürden taviz vermeyen, sanatçı olayına da pek sıcak bakmayan başkana, dört günlük etkinliğin beldeye bol geleceğini söyledim. Tenhalığın bunu kanıtladığını ifade etti.

 Başkanla söyleşiden sonra, "Yayakırıldık Köyü” yakınlarında, "Şahan Kalesi” batısında, Cehennem Deresi’yle, Deliçayın kavuştuğu yerde yer alan, Çerkez Ethem'in Yunanlara sığındığı yer olan "Tahtalı Değirmen"e gittik. Değirmenden hiçbir iz bulamadık. Yerini tespit edip döndük.

 Öğleden sonra, İbrahim Hoca’yı Kasabalılara emanet edip, Kayacık Kalesi’ne tırmanmak üzere ayrıldım. Köyden çıkıp, Kayacık Kalesi önünde taksiyi park ettim. Zirveye iki saatte çıkan Evliya Çelebi'nin ifadesiyle "dört tarafı gayya kuyusu gibi derin ve tehlikeli derelerle çevrili" kaleye tırmanmaya başladım. Kuzeyden belli noktalara kadar rahatça çıkılabilen, kale yükseldikçe devasa kaya bloklarından oluşan bir piramit şeklini alarak daralıyordu. Yamaçta "kraliçe mezarı-ambarkaya’nın fotoğrafını çekerek tırmanışı sürdürdüm.

Kuzeyden belli bir yüksekliğe çıkıp, bir düzlüğe ulaşıyorsunuz. Bu düzlükten sonra yol daralıyor, patika yol batıdan devam ediyor. Batı kısmı derin ve uçurum. Dev kayaların bağlantılarından yukarı doğru çıkıyorsunuz. Daha sonra patika da bitiyor. Daralan zirveye varan blok kayalar üzerine aralıklarla monte dilmiş, dik ve uzun üç ayrı merdiveni çıktıktan sonra, zirvede yer alan orman kulübesinin bulunduğu dar alana vasıl olduk.

 Dört tarafı uçurum, bu dar zirveye ulaşınca adrenalin o kadar yükseliyor ki vücudun dengesini sağlamak için biraz dinleniyorsunuz. Ben çıkarken, liseli üç genç inişteydi. Nihayet zirvedeyim. Yapayalnızdım. Biraz dinlendikten sonra etrafı seyre koyuldum. Evliya Efendimizin dediği gibi etraftaki bütün köy ve kasabalar bir kitap gibi apaçık görülüyor. Gördes ve Yukarı Poyraz gözünüzün önünde. Aşağıda bıraktığım taksi oyuncak araba, güneydeki "Karaağaç Köyü" ise maket gibi görülüyor.

 Bedenim zirvede ama gözüm batıda. Bütün haşmetiyle “gel gel” diyen başka bir kalede. 3050 basamaklı kesme taş merdivenlerle çıkılan "Şahan Kaya- Şahinkaya-Çatalkaya-Plateia Petra Kalesi"nin zirvesinde.

  Kayacık Kala’sının, daha önce çıktığım Tuspa (Van), Bitlis, Urfa, Yazılıkaya, Kütahya, Ayigai, Keçi, Yoğurtçu, Yılanlı ve Sart Kalesi’nden daha zorlu bir çıkış olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Kolay bir inişten sonra, Kayacık’ta İbrahim Hoca’yla buluştuk. İbrahim Hoca’nın çevresinde bir halka oluşmuş, sohbet koyulaşmış, çaylar içilmiş, notlar tutulmuş.

Köylüler ve başkanla birlikte bir yorgunluk çayı daha içip dönüşe geçtik.

Kayacık ve yöresi, başta tarih-kültur ve doğa turizmi olmak üzere ziyaretçilerine çok  şey vaadediyor.”