Dağların yüceliği, onların ufukdaki silüeti büyülemiştir hep beni.

Çocukluğumda dağcık diyebileceğimiz Selendi Kandırmış Dağı doruğundan, kızıllık sonrası yükselen güneşi izlemeye, moda deyimle bayılırdım.

462543249 8392571454185739 4095159262966856749 N

 En yüksek dağımdı benim.

  Sonra başka dağları, Bozdağları, Spil Dağı’nı görünce, onun doğumuzdaki en yüksek dağ olduğunu fark ettim.

Sonraları ise, gâh eteklerinden, gâh boynundan geçen yılanvari Demirci- Selendi- Simav üçgeninde, “Akıncı yolları”nda dolanırken gözüm hep Kandıran/Yağcı Dağı’nın zirvelerinde dolaşırdı.

Yöre halkı “Karataş” diyor ona, “Kandırmış Sultan Dağı” diyen de var.

Kandırmış Sultan” Saruhanlılar’dan beri bilinen bir isim. Zirvede mezarı var. Rivayete göre, Anadolunun Türkleşmesi çağında, bu kurak yörenin fethinde askerleri suya kandırmış/ doyurmuş. Bu nedenle asırlarca unutulmamış. Yörede Kandırmış Veli Sultan diye anılıyor.

  Gerçekten volkanik taşlık, tikenlik bir görüntü sergiliyor bu dağ.

462552360 559439389943614 8658077160175055378 N

Geriden gelinliğe benzetiyorum. Eteklerinde yörük köyleri, biraz yukarılarda yörük damları, zirvede Gözetleme Kulesi, karşısında göğe ağmış kapkara bir kaya kütlesi. (Karataş- Bayraktepe,1514m.).

Çevreye hâkim bir noktada.

 Korunaklı bir dağ, Selendi Çayı’ndan, dolayısıyla, Gediz Vadisi’nden, batıda Demirci’ye, doğuda Simav’a çıkan vadileri kontrol ediyor.

Oldukça stratejik.

   Doğusunda “Kandırmış Sultan”ı, batısında Gördesli Makbule Hanım’ın eşi 12. Müfreze Komutanı Şehit Ustrumcalı Halil Efe’yi ana şefkatiyle bağrına basmış.

462544398 1080199730321494 8626462361005315653 N

    Kuzeyinde de “Tavak Yaylasını” saklıyor.

 “Tavak Yaylası”, Kurtuluş Savaşı yıllarında çok önemli olaylara şahitlik etmiş.

    Dağların dili olsa da konuşssa…

  “Söz uçar yazı kalır” düşüncesi veya başka sebeplerle Demirci Kaymakamı Akıncı Müfrezeleri Komutanı İbrahim Ethem Bey bu önemli olayı günlüğüne not etmiş.

    İyi ki de not etmiş.

    O dönemlerin havasını, atmosferini, ruhunu yaşatıyor bize.

    Ethem Bey, 17 Ağustos 1921’de Yağcı Dağı Tavak Yaylasın’da toplanan Akıncı Müfrezelerine şöyle seslenmiş:

462426055 551441370609867 488244733751897570 N

                “Ey arkadaşlar! Yağcı Dağı’nın bu tenha ve sakin yaylalarında açıkça görüşelim, dertleşelim. Düşmanın Uşak’tan taarruzu üzerine 12 Temmuz 1921 tarihinden beri kuşatma altındayız. On günden beri dağlardayız. Ekmek, su bulamıyor, hayvanlarla beraber aç kalıyor ve birçok zahmetler çekiyoruz. Bir devlet memuru, ancak gerçek ve samimi bir arkadaşınız olarak yanınızdayım. Birçok çatışmalara girdik, pek çok arkadaş kaybettik, zorluklara maruz kaldık, kalıyoruz. Ne için? Vatan ve din için değil mi? Evet; vatanımız, dinimiz, milletimiz için… Pekâlâ, ne yaptık? Kurtarabildik mi? Hayır… Öyle ise daha çalışacağız demektir. Fakat ne zamana kadar?

                Bunu Cenâb-ı Hak bilir. Bence ölünceye kadar çalışmaya mecburuz. Yalnız şimdi bir mesele vardır. Bazı arkadaşların vücudu zayıf, bazılarının da başkaca mazeretleri var. Bu arkadaşlar dağlarda gezmeye, karda, yağmurda yatmaya, aç, susuz kalmaya dayanamazlar, ölürler.

                Bu nedenle işte bu arkadaşların, ben şimdi gitmelerine izin veriyorum. Düşünsünler, gitmek istiyorlarsa, varsa silah ve cephanelerini bırakarak memleketlerine gitsinler. Bu arkadaşlarıma kimsenin bir şey söylemeye ve darılmaya hakkı yoktur. Çünkü belki yarın düşmana esir düşerlerse bize daha fazla zararları olur. O nedenle bugünden yerimizi, yolumuzu, yuvamızı, maksadımızı henüz anlamadan gitmeleri uygundur. Ve ben kesinlikle onlara gücenmeyeceğim.

                Gitmek istemeyen arkadaşlara gelince; mademki işgal dâhilinde gönüllü kaldık. Artık yalnız bir şey düşüneceğiz. O da gavur öldürmek, vatanı kurtarmak!... Bizim başka düşüncemiz, anamız, babamız, karımız, çocuğumuz olmayacaktır. Binaenaleyh, ben kendi şahsım itibariyle ordu Sivas’a, Erzurum’a çekilse bile gitmeyeceğim. Burada düşmanla uğraşacağım. Ve düşmanı denize dökünceye kadar çalışacağım. Ve hiçbir zaman düşmana teslim olmayacağım. Benim ile beraber dağlarda kalacakların ayrılmalarını ve söz vermelerini rica edeceğim. Dağlarda kalacak ve kalmaya söz verecek var mı?”

462549923 1208022480454092 2702289062719734697 N

                Bu nutuk, bırakın Tavak Yaylasını, Karataş’ı bile duygulanmıştır.

                Neticede ayrılanlar ayrılır, kalanlar kalır.

                Takip edelim notlardan, sonra ne olmuş…

                “Sizler mert birer Türk ve Müslüman olduğunuzu ispat ettiniz. Şu kalan cephane ve silahları taksim ediniz. Bu silahlar erkeklere yakışır; fakat bundan evvel de birer abdest alın ve öyle silah ve cephanelere el sürün. Çünkü bunlar mukaddes ve mübarektir.” Tüm müfreze efradı abdest aldı. İbrahim Ethem Bey yanlarında bulunan Mehmet Hoca’ya müfrezeye nasıl yemin ettireceğini tarif etti. Yemin metni şöyle idi:

                “Gâvur öldüreceğime, gâvurdan başka bir şey düşünmeyeceğime, gâvurları denize dökünceye kadar çalışacağıma, harpten kaçmayacağıma, arkadaşlarıma ihanet etmeyeceğime, sebepsiz yere halka zulüm ve baskı yapmayacağıma, iyilikle muamele edeceğime, hiçbir zaman gâvura teslim olmayacağıma vallahi ve billahi”

                Tüm müfreze efradı tek tek bu sözleri söylemek ve Kur’an-ı Kerim’e el basmak suretiyle yemin etmişler…Yağcı Dağı’nın bağrında, Tavak Yaylasında…

Salihli’den seçkin dağcı dostlarla tırmandığımız Bayraklı/ Kandırmış/ Karataş zirvesinden Tavak Yaylası’nı temaşa etmenin, Halil Efe ve Kandırmış Sultan’ın huzurunda bulunmanın bize yaşattığı duyguları dile getirmeye kelimeler kifayet etmez. Yaşanır.

Hey gidi Yağcı Dağı! 

 Ufacık boyuna rağmen, boşuna heybetli görünmemişsin bana.

 Dağlar sadece bir dağ değildir. Görene.

 Kişiliğimizi, onlara bakışımız belirler, şekillendirir.

  Ne görüyoruz Ne arıyoruz?

Yaşanmışlıkları yanınıza alıp, duyumsayarak, yürüdüğünüz bir dağdan başka ne ister insan.