Başkasını bilmem ama benim şehir içinde yürüyesim gelmiyor pek.
Neden olacak.
Çöp konteynırları boş, dibi çöplük.
Yollarda sümüklü peçeteler.
Duraklarda izmarit yığını.
Üstüne üstlük tam yanınızdan geçerken kansırığını önünüze türküren biri…
Ne zaman öğreneceğiz yaşadığımız yeri temiz tutmayı?
Allah aşkına nedir bu yarın burayı terk edecekmiş tavırlarları?
Bedevilikten medeniliğe adabte olamama halleri…
Pandemide can korkusundan elimizin nasıl yıkanacağını öğrenebilmiştik.
Ne ki hala yerlere tükürüyor, piknik alanlarını, çeşme başlarını, ormanlarımızı, havamızı toprağımızı, şehirimizi kirletmeye devam ediyoruz.
Bildiğim kadarıyla yerlere tükürme, kansırma geleneğimiz çok eskilere dayanıyormuş.
Entelektüel bir Rönesans Hükümdarı olan Fatih Sultan Mehmet Han bile, halkın yere tükürmesini önleyememiş olmalı ki, çareyi sokaktaki tükürükleri, görevlilerce zararsız hale getirecek tedbirler almakta bulmuş:
“Ben ki İstanbul Fatihi Sultan Mehmet. Bizatihi alunterimle kazanmış olduğum akçelerimle satun aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde kaim ve malum-ul hudud olan (136) bab dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. Şöyle ki: Bu gayrımenkulatımdan elde olunacak nemalarla, İstanbul’un her sokağına ikişer kişi eyledim. Bunlar ki ellerindeki bir kab içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklarda tükürenlerin, tükrükleri üzerine bu tozu dökeler ki, 20’şer akçe alsunlar…”
Yerlere tükürme hala sürdüğüne göre, genetiğimize mi işlemiş, kanıksamış mıyız aceb?
Viyana’da Maria Teresa Meydanındaydım. Ortalık insan kaynıyor, her yer tertemiz. Müzeleri gezdikten sonra, yoruldum, oturayım dedim. Meydandaki bütün banklar dolu. Biraz ilerde bir banktan iki Suriyeli kalktı. Bir kadın bir erkek. Hemen yerlerine oturdum.
Suyumu çıkarıp içmeye, etrafı seyretmeye koyuldum. Garip bir şey oldu. Önümden geçen herkes önce yere, sonra bana bakarak kafa sallayıp gidiyorlardı. Dikkat etim. Tam benim oturduğum bankın önüne gelince yapıyorlardı bunu. Uzun süre anlayamadım. Kızgın kızgın kafa sallamalar bitmeyince, etrafımı yoklamaya başladım. Bir de ne göreyim oturduğum bankın altında çekirdek kırıkları, iki boş pet şişe. Yarısı yere dökülmüş. Hemen petleri alıp bir metre ötedeki çöp kutusuna attım. Tekrar oturdum.
Sonrasında ne bakan kaldı ne kafa sallayan…
Çevre duyarlılığı zirvede. İmrendim.
Yerel yönetimler zaten gerekli temizliği yapıyor, onların görevleri bu. Ama önemli olan kirletmemek. Çöpleri çöp konteynırlarına atmak.
Z kuşağı, dağcılar ve çevrecilerimiz bu konularda oldukça duyarlılar.
Tırmandığı dağ zirvelerinden bile çöplerini şehirdeki çöp konteynırına taşıyan dağcılarımız gerçekten örnek insanlardır.
Dağdaki piknikçilerin bıraktığı her tür plastik atığı toplayıp, omuzlanarak yerleşim yerlerindeki konteynırlara bırakan saysız dağcı tanıdım. Hepsine buradan şükranlarımı sunarım.
Hiç unutmam.
Bozdağ Kumpınar zirve (2070 m) tırmanışında hedefe ulaşmıştık. Zirvedeki öğle yemeği sonrasında kasten bir çikolata kabuğunu kaya kırıkları arasına sokuşturdum, üzerini de taşla kapattım. Göz ucuyla da arkadaşları süzüyordum. Birçok kişi bunu gördü. Fark ettim. Bir şey diyen olmadı. Hiçbir şey olmamış gibi uzaklaştım oradan. Göz ucuyla takipteydim. Dağcı arkadaşlardan biri, benim oraya bakmadığım bir anda taş yarığından çikolata kabuğunu alarak çantasına asılı çöp torbasına koydu. Onu şehre kadar taşıyarak çöp konteynırına attı. O yapmasa muhakkak bir başkası bunu yapacaktı eminim.
Bu davranışı gören bir kişinin doğa ve çevreye karşı duyarsız kalması, parklarda iki metre ötede çöp tankı dururken, elindeki çöpü yere atması düşünülemez.
Bütün bunlara rağmen, hala yerlere tükürenlere, sanki bir daha uğramayacakmış gibi çöplerini piknik yaptıkları parklara, subaşlarına bırakanlara, peçetelerini yerlere atanlara, asansörde sigara yakanlara ne demeli acaba?
Görmezlikten mi gelinmeli?
Usulünce uyarsanız, temizliği senden mi öğreneceğiz, diyerek efelenip, kırıcı sözler söylerse ne yapmalı?
Ne yandan bakarsanız bakın insanı eğitmek zordur vesselam…
Herkes görünürde vatanseverliği kimselere bırakmıyor.
Ama ortalık, poşet, plastik, kimyasal atık tarlası.
Kimin eseri bu? Yerden mi bitiyor, hayır.
Uzaylılar mı yapıyor, hayır. Bizim eserimiz.
Vatan dediğin bu coğrafyanın, havası, suyu, taşı, toprağı, ormanı değilse neresidir.
Vatanı sevmek, lafla olmaz.
Havasına, suyuna, faonasına, florasına, taşına, toprağına, ormanına sahip çıkıp koruyup kirletmemekle olur.
Orman yakmakla değil, yarın kıyametin kopacağını bilsen, elindeki ağacı mevsiminde dikmekle olur.
Balıkların, kuşların kelebeklerin şarkısına hürmetle olur.
Yoksa, “Havasına suyuna, taşına toprağına… Bir başkadır benim memleketim” şarkısını söylemenin birbirimizi kandırmaktan başka bir anlamı olmaz.
Ziya paşa çok haklı.
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”