Görüneni kendine has diliyle anlatan , her gün her an sıraladığımız kelimelere ve cümlelere en güzel anlamlar katan , renklerle tablolara, taşların içinden fışkırıp gelen heykellere, kelimelerin öz suyundan elde edilen şiirlere, en hüzünlü, en coşkulu hikayelere, romanlara, dinlemeye doyamadığımız türkülere, şarkılara, ve sazlara can veren ve görünür kılan soğuk dünyanın sıcak çorbasıdır sanat .İnsanın beynine ,gönlüne ruhuna iner, anlatmak istediğini oya gibi örer sabırla ve inatla, en derin denizlere, en yüksek dağlara, ve gök kubbeye ulaştırır insanı. O’nu özgür kılar. Gözü olur , kulağı olur.
Sanat insanın varlığıyla başladı. Yaşadığı mağaranın duvarlarına avladığı, korktuğu varlıkların resimlerini kazıdı. Şehir devletlerinin muhteşem tiyatrolarıyla devam etti günümüze kadar geldi sonsuza kadar devam edecek. ‘’Kimilerine göre özgürlüğün kızıdır. ’’Kimlerine göre uygarlığın merdivenidir’ ’Kimilerine göre ‘’Kalbin edebiyatıdır.’’
Ayla Algan çok yönlü bir sanatçıydı. Tiyatro, sinema oyunculuğu yanında şarkıcılık ve yönetmenlik yapmıştı. Büyük sanatçımız Muhsin Ertuğrul’un elinden tuttuğu yetiştirdiği toplumumuza armağan ettiği insanlarımızdandı. Tiyatro gösterileri yanında film çalışmaları da oldu. ‘’O dönemlerde işçiler Beyoğlu’nda toplanırlardı. Koyun gibi seçilip kamyonlarla çalışacakları yerlere taşınırlardı. Bizde bu yaşananları görünür kılmak için filim işine girdik’’ İlk filmi ‘’Karanlıkta Uyuyanlar’’ ismiyle çekilmişti. ‘’Filim bir boya fabrikasında çalışan işçilerin işverenleriyle yaşadıkları mücadeleyi anlatıyordu. O dünyanın egemen devleti Amerika ya karşıda anlatımlar vardı. Böyle bir filmi İstanbul’da gösterecek sinema bulamamıştık. Antalya’ya gittik. Bir sinema gösterimi kabul etti. Kamyonlarla taşınan insanlar sinema önünde birikerek film aleyhine sloganlar atmaya başladı. Yuhalandık. ‘’Film çok zaman sonra televizyonlarda gösterilmişti.
İkinci filmi ‘’Artist’’ olma hayaliyle evinden kaçan bir genç kızın hikayesiydi. Olay İstanbul’da geçiyordu. Güzelliğiyle herkesin aklını başından alan şehirde. ‘’Aah Güzel İstanbul ‘’adıyla gösterime girmişti. İzmir’den kaçıp gelen Ayşe güzel bir fotoğraf çektirmek istiyordu. Bu işi yapan Haşmet’le karşılaşır. Haşmet varlıklı bir ailenin zamanla her şeylerini kaybetmiş son bireyidir. Bir müştemilatta yaşamaktadır. Haşmet poz verme sırasında durumu anlamıştı ve genç kızın ‘’Güzel İstanbul’da ‘’kaybolup gitmesine gönlü razı olmamıştı. Siyah beyaz filim o dönemin alışıla gelmiş filmlerinden çok farklıydı.
Ayla Algan kendini, insanı, doğayı ve daha ne varsa her şeyi seven bir yolda yürüyordu. Yeni yollar bulmak , bu uğurda mücadele etmekle geçti hayatı. O insana topluma ve dünyaya iyimser bakmaktan hiç vazgeçmedi. Bu yolda hayal kırıklıkları da oluyordu. Bir söyleşide şöyle demişti ‘’ Biz eskiden birbirimizi severdik. Böyle sen, ben yoktu. Biz vardı. Biz böyle yetiştik. Komşularımızı severdik. Kimin neye ihtiyacı varsa karşılıksız yardım ederdik. Hangimiz yeni bir oyun çıkardığında yanında olur desteklerdik. Sonra ne oldu nasıl oldu bilmiyorum ama mutsuz, gergin ve birbirinin yüzüne bile bakmayan insanlar oluverdik.’’
Genç sanatçılarla sohbetlerinde yeni ve yaratıcı gelişmelerin çok büyük bir imkan sağladığını bu durumdan yararlanmalarını isterken şöyle önerilerde bulunmuştu. ‘’ Şimdiki dünyada etrafınızda çok fazla uyarıcılar var. Sosyal medya ve elektronik aletleri yaratıcı kullanamıyorsunuz. Araştırma yapmak, tüm geçmişi öğrenebilmek veya gelecek hakkında tahminlere ulaşabilmek şu an o kadar kolay ki. Düşünün bizler bir oyun çıkartmak için ansiklopediler , kitaplar okurduk. Yurtdışından metinler getirir günlerce çeviriler yapardık. ‘’
Ayla Algan’da bu dünyadan geçip gitti. Saygıyla anıyorum. Sanata ve sanatçılara derin saygılarımla….