Acıların, yıkımların, ölümlerin, sonsuza kadar unutulmayacak insanlık dışı davranışların yaşandığı ikinci büyük savaşının sona erdiğini bildiren birinci günüyle başlar Eylül.

Bir Eylül Dünya Barış günü. Bu savaşın insanlık üzerinde ne kadar derin izler bıraktığını anlamak için savaşı yaşamış ve ömrünün en acı günlerinin geçtiği Nazi kamplarında yaşamış yazar Viktor E.Frankl  anlatıyor.

‘’Kamplarda çalışacak kadar sağlam görünmeliyiz. Aksi halde durumunu fark eden Nazi subayı sizi bir kenara çeker ve ertesi günü gaz odasına gönderilirsiniz.’’

                    ‘’Buz tutmuş yolların üzerinde uzun ve ağır bir kirişi taşıyorduk. Eski bir arkadaşımın doğuştan gelen bir kalça çıkığı vardı.Buna rağmen çalışıyordu.Engelini fark ettirmemek gerektiğini çok iyi biliyordu.Kirişi taşıyamayacak haldeyken,yardımına koştum.Sırtıma acısı geçmeyen bir dipçik yedim.’’

                    ‘’Hava eksi on yedi dereceydi. Donmuş toprağın yüzeyini kazmaya çalışıyorduk.Bitmiş bir vaziyetteydim.O acı soğukta Nazi subayının çok güzel ve sıcak eldivenlerinin olduğunu fark ettim.Bir süre beni izledi ve ağır hakaretler,yumruklar,tekmeler………..’’Eylül’ün ilk gününün ebediyen sürüp gitmesi dileğimle…

                    Şehrimiz Salihli Eylül’ün beşinci gününü yaşamaktaydı. İki yıldır işgal altındaydı. Gelen askerleri memleketlerinde ‘’Sizi orada akrabalarınız, soydaşlarınız hasretle bekliyor’’ diyerek kandırmışlardı. Şehrimize öyle bekledikleri gibi girememişlerdi. Sart, Pazarköy, Kan Boğazı  siperlerini bir türlü aşamamışlardı. Yaklaşık bir buçuk yıl buradan ileriye gidememişlerdi. Zaten istenilende böyleydi. Bu zaman içinde Samsun’a çıkan lider kadro Anadolu kongrelerini yapıp, Millet Meclisini kurup, kurtuluşun resmi temsilcileri olmak istemişlerdi. Her şey istedikleri  gibi öyle oldu.

                    Şehrimiz ancak yirmi Haziran günü teslim olmuştu. O gün Kan boğazı mevki ateşler  içinde yanıyordu. Bu siperlerde Dibek dağı çocukları savaşıyordu. Dağ, eteklerinde gerçekleşen savaşı izlemekteydi o günü hiç unutmamıştı. Gördüklerini şöyle anlatmıştı.’’Onlar benim ellerime doğmuşlardı.Kucaklarımda büyümüşlerdi. Onların her şeyi benim kolum kanadım altında oldu. Onlar iz sürmede,avcılıkta,yol bilmekte,yol yürümede ustaydılar.Cesurdurlar,kararlıdırlar ve sakindirler.Onlar bu dünyanın güzelliklerinden habersiz büyüdüler.Benim gönlümün en güzel yerindeydiler. Onları hep sevdim, kucakladım, bayramlarda, düğünlerde, acılarında hiç yalnız bırakmadım.

                    ‘’Onlar şu anda hiç bilmedikleri bir kavganın koynundaydılar.İşgalciler bugün çok acımasız saldırıyorlardı. Benim ekmeğimi yemiş, suyumu içmiş çocuklarım siperlerde kan ter içindeydiler. Yüreğim göğsümden çıkacak gibiydi. Etraftaki harmanları ateşe vermişlerdi,duman başıma kadar gelmişti.Gözlerim yanıyordu.Bir rüzgar çıkıp geliverseydi, gözlerimi kapattım ve yüreğime sığındım.Her şey olup bittikten sonra çocuklarımın hiç birini göremedim. O günden bu yana benim için hayat anlamsızlaşmıştı.’’

                            ‘’Bu gün Eylül’ün beşi  o zamanda gelenler bu gün kaçmaktaydılar. Yine yanan evler, çadırlar,ağaçlar,bitkiler alevlerle dumanlar birbirleriyle yarışıyordu yakamayacakları kalmadığında durmuşlardı.Ortalık sakinlemişti.Ama ben çocuklarımı arıyordum hiç birini göremedim. Gözlerim bir kez daha kapandı, yüreğim derinden acıdı, gönlüm beni bırakıp gitti. Şehirden gece sevinç çığlıkları geliyordu. Şehrimiz kurtulmuştu.’’

                            İşgalciler trenle kaçıyorlardı. Bazı istasyonlarda çatışmalar oluyordu.Şehrimizde treni durduran çok az sayıdaki askerlerimizin  güçsüz olduğunu anladıklarında  oracıkta hepsi bu dünyadan göçüp gitmişlerdi.  Anıları bugüne kadar yaşatıldı. Salihli tren istasyonunun kenarına yapılan bir anıtla ebedileştiler. İşgal güçleri yol boyunca şehirleri yakıp yıkarak İlk ayak bastıkları İzmir’e doğru büyük bir hayal kırıklığı ve büyük bir  bozgunla kaçıyorlardı.

                                        İlk İzmir’e çıkışlarında rıhtımdan şehre doğru  özel askerleriyle yürümüşlerdi. Güzel İzmir derin bir hüzün içinde gözyaşlarını içine döküyordu. Buna dayanılmazdı öylede oldu eski bir İttihatçı Osman Nevres (Hasan Tahsin) ilk kurşunu atmıştı. Kadife kalede yabancı bayrağı gören vatandaşlar evlerinden dışarı çıkmamıştı.

                                        Şimdi her şey değişmişti  bozulan işgal güçleri İzmir’e doğru hızla gidiyordu. Şehri  ateşe vermişlerdi. Eylül’ün dokuzuncu günüydü. Bir daha gelmemek üzere gemilerine binerek ayrılmışlardı.Kadifekale hasret kaldığı bayrağına yeniden kavuşmuştu.  Sonra nemi oldu? ‘’Kayserili bir asker  yanan şehrin kızıltısı içinden gelip,öfkeden,sevinçten,ümitten ağlaya ağlaya ,Güneyden Kuzeye ,Doğudan Batıya koşarak,Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz’i.