Elinde bavulu ile istasyon da duran yaşlı adam trene bindi.

Yalnızlık yaşlı adamın yüzüne karabasan gibi çökmüştü. Yorgun bedenini koltuğa öylece bıraktı.

  Yıllarca kabuk bağlamış olan yarası, kızgın bir demir gibi yüreğini dağlıyordu.  Sanki geçmişin acısı ile şimdi ki yeni acısı içiçe geçmiş gibiydi.

 Başını cama doğru çevirdi. Kendi iç dünyasını dinlediği sırada dudaklarında beliren hafif bir gülümseme bütün bedenine yayılıyordu.

Gülümseyişi karanlık acıların üstüne beyaz bir bulut gibi yayılıverdi, boynunu büktü ve ölülerin yer altındaki dünyası kadar sesizliğe büründü.

Fırtınanın ormandaki ağaçları salladığı gibi, o anda elindeki bavul bir sağa bir sola savruluyordu.

  Daha  sonra yanın da oturan genç adama  dönerek, gözlerinin içine baktı ve;

- " Acı’na isyan etme onu içine çek, acıda bir mirastır sana.  Çünkü bir beden sadece acıyla ayakta kalır,  çile ile güç kazanır evlat " dedi ve durmak üzere olan trenden indi.

Yaşlı adamın yanında oturana verdiği öğüt içini yakan acıdan daha güçlüydü.

  İnsanı sevdiklerine, sılasına, kışlasına, uzak diyarlara taşıyan tonlarca yükü bir uçtan bir uca götüren,  yılmadan bıkmadan kuğu gibi salınarak, o istasyondan o  istasyona dolanan ve yolu hiç bitmeyen bu uzun  araç bir tren dir.

Hiç tanımadığın insanlarla yaptığın keyifli, ekonomik yolculuğun ta kendisidir.

Kocaman heybetli duruşu ile içinde bulunanları varmak istediği yere incitmeden götüren, tarihi çok eskilere dayanan nostaljik yolculuğun baş mimarıdır.

 Yavaş  yavaş  harekete başlayıp, hızlanan bu serüvende , yol uzun olduğu  için yanında  oturanla  sıkı dostluklar da kurulur.

Bütün ulaşım araçları uzakları  yakın ediyor aslında hızı ne olursa olsun bizi bekleyenlerimize, sevdiklerimize kavuşturuyor.

Daha önceleri bu kadar rağbet görmüyordu.  Günümüz de  ise  içinde bulunduğumuz ekonomik buhrandan  olsa gerek; benzin ve mazota gelen peş peşe zamlardan dolayı daha fazla tercih edilmeye başlandı.

Aslında hayatta nasıl geçtiğini anlamadan, belirli bir hedefe doğru akıp giden bir trendir.  Bu dünyada zamanını dolduran yolcular trenden inerler ve bir devri kapatırlar.

Ayrıca onunla yolculuk Doğa’nın muhteşem renklerini keşfetmek için de  oldukça güzel bir fırsattır.

 Belirli bir rayda gitmeyen, bakıldığında bir istasyonu olmayan,  her tarafa hareket eden fakat  geçtiği bir yerden ikinci kez  geçmeyen ve geri dönmeyen  hayatın ta kendisidir.

Arkanıza bir bakın neyi geriye döndürebilirsiniz?

Bu tren için de yolculuk edenler, birbirinin içine geçmiş, karma karışık olmuş,  değişik renkte, cinste ve boyutta   milyonlarca  ip gibidir.

İçinde bulunduğumuz yolculukta kendi hayatımızın nakışlarını ilmek ilmek işleyip, başkalarının hayatlarına dokunabiliyorsak ne mutlu bize .

Oynadığımız roller bize bir ödül kazındırmayacak, zamanımız geldi mi trenden ayrıldığımızda geride sadece bıraktığımız intiba ile akılarda kalacağız. 

   

  Yorgun, bitkin ve başı eğik kara tren, acı bir çığlık atarak uzaklaşıyor. İnadına yaşatılmaya çalışılan ümitleri, o korkunç bekleyişleri bir ağıta dönüşüyor.

İstasyonda yolcu bekleyip hüsrana uğrayanların işi zordur.  

Bekledikleri bir kere  ölmüş, ama o her kara tren gelişinde bir defa daha ölen kadınlarımızı, analarımızı ve  bacılarımızı     

‘’Kara tren gecikir belki hiç gelmez’’ düşüncesi sarıyor. Bekleyenlerin ise  umutları her geçen gün  tükeniyor.

‘’Dağlarda salınır da derdimi bilmez ‘’diyor bekleyen yaralı yürekler.

‘’Dumanın savurur halim hiç görmez gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez’’.

Ağlamaklı seslerde türkü oluyor bekleyişler dilden dile dolanıyor nağmeleri günümüze dek geliyor.

Hepimiz gün gelecek demirden attan inip tahtadan kayığa bineceğiz. Tüm mesele bu hayatı nasıl yaşadığımız değil midir?