Afyon Zafer Müzesi’nde, paslı bir dikenli tel parçası dikkatimi çekmişti. Cepheden gelmişti, belli.

Uzun uzun baktım, paslı dikenli tel parçasına.

Öyle ya Yunanlılar, Büyük Taarruz öncesinde Afyon gerisindeki dağları dikenli tellerle çevirmişlerdi.

Kocatepe’ye birkaç kez araçla çıkmıştım. Bir kez de Çakırözü’nden 25 Ağustos’ta gece yürüyüşüyle…

Ancak buranın tam karşısında, Afyon’a kadar dalga dalga tepelerin arasındaki Yunan tel örgü hattını görmemiştim.

Kim bilir, kaç Mehmetçik bu dikenli telleri aşmaya çalışırken şehit olmuştu.

Yunan savunma hattına gitmeye karar verdim.

Araçla, Afyon güneyinde dağlar arasındaki, sarp kayalıklarla sarılı vadide, Büyük Kalecik Köyüne geldim.

Stratejik bir konumu var Kalecik’in.

 Kocatepe -Afyon yolunu tutuyor buralar. Ordumuzun İlk yarma noktalarından.

Nitekim, taarruzun ikinci günü, kanlı çatışmalarla 27 Ağustos’ta, Yunan kuvvetleri köyle- Kurtboğazı arasındaki vadide bozguna uğratılıyor, Afyon yolu açılıyor, çok şehit veriyoruz buralarda.  Yüzbaşı Agah Efendi ve yüz Mehmetçik buradaki şehitlikte yatıyor.

Ruhlarına Fatihalar gönderip vedalaştım.

Buradan güneye devam ederseniz Kocatepe’ye (1872 M) çıkıyorsunuz.

Batıya dönerek Küçük Kalecik Köyü’ne ulaştım.

 B. Kalecik'e dört km. uzakta, yüksek dağlar arasına gizlenmiş küçük bir köy. Güney batısında yekpare kaya, yüksek sivri tepe var. Adını buradan alıyor. Yunanlılar bu tepeyi tutmuş, keskin nişancılar, makinalı tüfekler yerleştirilmiş.

Viralı dar yol köyde bitiyor, yazları kullanılabilen, yaylaya yolu başlıyor.

Köylülerden öğrendiğime göre, "yayla" denilen yerde siper kalıntıları görülebiliyormuş.

Aracı çeşmebaşında bırakarak tepelere tırmanmaya başladım.

Geven döşeli dikenli yamaçlar.  Kayalık. Yırtıcı kuş sesleri. Adeta Kerbela.

Yükseldikçe Kalecik Sivrisi, her yerden görünebilen, yöreye hâkim bir yükselti halinde ortaya çıkmaya başladı.

Yaklaşık üç saatlik bir yürüyüşten sonra, Yaylaya vasıl oldum.

Yüksek bir yer.  Ağustos. Zerre su yok. Kerbela.

 Batıdaki derin ufukta, Murat Dağı, Dumlupınar ve Sincan Ovası Ahır Dağı, berilerde Çiğiltepe, Tınaz Tepe, Belen Tepe gibi savaş mekanları uzanıyor.

Sırtlarda Yunan siperleri görülebiliyor.

Burası da kuvvetlerimizin yarma bölgesi içinde yer alıyor.

Kalecik Sivrisi’nin batısındaki yaylayı çeviren mezarlı tepe, kıran tepe, toklu tepe , yükselerek güneye koca tepeye doğru uzanıyor, ancak Kocatepe görünmüyor. En yüksek tepe bütün diğer tepeleri gizliyor. Afyon ve Sincan Ovasına inilebilecek tek yol bu tepelerin bulunduğu platodan geçiyor, platonun son stratejik noktasını ise 1310 Rakımlı Erkmen Tepe oluşturuyor.

Erkmen Tepe muharebeleri burada olmuş.

Yunanlılar en büyük savunmalarını bu plato üzerinden yapmışlar.

Fakat en güvendikleri, en yoğun tutukları bu mevzilerde iki gün tutunabilmişler.

Yayla serin. Adamakıllı bozkır.

Çizmeli, gocuklu, şapkalı, karayağız, ortaboylu bir çobana rastlıyorum.

 Önünde inek sürüsü, bir boz eşek, heybede nevale.

Küçük Kalecikli. Kırklarında. Her çoban gibi araziyi iyi biliyor.

Siperleri birlikte gezdik.

Dikenli tel, el bombası, mermi, şarapnel ve kemik parçaları çok bulunuyormuş buralarda.

Yağmur yağınca çoğu ortaya çıkıyormuş.

 Dedesi Yemende kalmış.

 Köyleri igal edilince, köylüler kaçmış. Ellik Murat'ın dedesi körmüş, kaçamamış, “Yunan gelse ne yaparsın” diye sormuşlar, o da “kör halimle yine öldürürüm” deyince, Yunanlılar da orada kendisini katletmiş.

Ve heyecanla anlatıyor.

"Yunanlılar buraya yerleşmişler. Biraz aşağıda “gavurevleri” var. Bu tepelerde öncü birlikler yer alıyormuş, önlerine gerdikleri kat kat dikenli tel örgülerle korunmaya çalışmışlar.

Tabi ki, Kocatepe'den atılan toplara dayanamadılar. Orası yüksek olduğu için bu tepeler önce toplarla dövüldü. Sonra piyademiz süngü hücumuna geçip, dikenli telleri aşarak, bu tepeleri tek tek ele geçirip düşmanı bu dağlardan söküp attılar, sonra da (Sincan Ovası ve daha öteleri göstererek) şu gördüğün ovada imhaya başladılar. Yunanlılar İzmir'e doğru kaçmaya başladı..."

Buralar, İngiliz subayların, kat kat tel örgülerle örülü mevzileri gezdikten sonra;

"Türkler bu mevzileri dört beş ayda ele geçirebilirlerse, bir günde aldık diye övünebilirler" diye rapor verdikleri siperlerdir.

Hafızam daldan dala zıplarken, çocukluğumda Sandallı Amcanın anlattıkları geldi aklıma.

Sandallı Amca, kurtuluş savaşı yıllarında, öksüz-yetim olduğundan küçükken, öz amcası tarafından ağırlığınca altın karşılığında, çoban olarak Sandal Köyü'ne satılmış.  Yunanlılara esir düşmüş. Savaşın bütün sıkıntılarını çekmiş. Savaş sonrası da köyüne dönmüş.

Yaşlılığında tanıdım. Başka bir alemden gelmiş gibi gelirdi bana. O anlatır ben dinlerdim.

Her anlatışında heyecanlanır, başka zamanlara gider, gözleri nemlenirdi.

Şu sözleri hala hafızamda.

" Atatürk’ün Kocatepe’den ateş emri vermesiyle Mehmetciğin top ateşi sonunuda kıl yumağına dönen tikenli telllerin arasından Allah Allah sesleriyle geçerek ilerleyen mehmetcik iki günde Yunanı siperlerden söküp attı".

Ve devam ederdi.

"Askerlerimiz gündüz savaşır. Gece derelerden su içerlermiş. Sabah bakarlarmış ki gece içtikleri su değil şehitlerden akan kanlarmış…"

 Acaba o kanlı dereler, şu gördüğüm kuru dereler miydi?

Kıl yumağına dönen dikenli teller, o tel miydi?

……

"Abi daldın... Bu tepeler geçiyor mu kitaplarda?"

" Afedersin biraz dalmışım. Kitaplardan sadece isim öğreniyoruz, yerini bilmiyoruz. Bak sen hem adını biliyorsun buraların hem yerini, hem de burada geçen olayları. Sen daha bilgilisin. Aslında gerçek tarihçi sensin..."

"Abi ben yaşlılarla çok konuştum. Ben sorardım onlar anlatırdı. Zaten çobanım. Bütün mevkileri; dereleri, tepeleri biliyorum. Anlatılanları gündüz buralarda kafamda çanlandırıyorum. Hem vakit geçiriyorum hem de Atatürk'ü ve mehmetciklerimizin fedakarlığını düşünüyorum. Onlar buralarda canını vermeseydi, biz şimdi esirdik abi. Onların kıymetini bilelim..."

"Hiç buralara gelip gezenlere rastladın mı?"

"Yok abi ilk defa seni gördüm. Genelde araçla Kocatepe'ye çıkıp etrafa bakarak dönüyorlar. Buralar oradan görünmüyor. Esas çatışma yerleri buralar..."

O dikenli tel, Sandallı Amca ve çobanın anlattıklarını zihnimde canlandırmaya çalışarak, bir saat süren kestirme bir bayırdan inip, Küçük Kalecik Sivrisi’nin dibindeki kuru vadiden köye döndüm.

Köy Çeşmesi göründü.  Suyum da bitmişti.

Ağustos sıcağında, çölümsü arazide onların mataraları dolu muydu acaba?