Sıra dışı eğitimci, araştırmacı yazar, yöremizin hafızası, koca çınar İbrahim Çiçek Hocam Hakka yürüyeli iki yıl oldu.

Rahmetle anıyorum.

Hazan mevsimiydi haberi duyduğumda

Ölüm, önce sessizliğiyle vuruyor insanı…

Sonra, yürekte bir ok.

Hatıralar katar katar.

Geçip gidiyor kirpiklerimin arasından.

Bizlerden de bir parça götürüyor gidenler.

Uzaklarda bir yerde yaşıyor da, tekrar gelecekmiş duygusu sarıyor insanı.

Gerisi hüzün.

Onu ilk tanıdığımda yetmişli yaşlardaydı.

 Matbasındaki kitaplar arasında kaybolmuş, klasörlerle dolu masada bir şeyler yazıyordu.

İlçemiz Salihli” kitabına dair uzun sohbetler etmiştik.

Borlu Tarihi” üzerine çalışıyormuş.

Akademik bir kriter aramadan, kitaba önsöz yazıp söyle tanıtmıştım.

“İbrahim Çiçek, Köy Enstitülü bir ilkokul öğretmenidir. Emekli olduktan sonra diğer meslektaşları gibi kendini kahve köşelerine atmamış, beşikten mezara araştırma öğrenme ve öğretme aşkı onu bu çalışmalara yöneltmiştir. Tarih metodolojsi eğitimi almadığı halde, kendi çabalarıyla öğrenmeye çalışmış, matbu Osmanlıca kaynakları okuyacak düzeyde kendini yetiştirmiştir. Azim ve çalışkanlığının bütün meslektaşlarına örnek olmasını dilerim”

Her Cumhuriyet nesli gibi titiz ve tutumluydu. Bitmez tükenmez diri bir tecessüsün sahibiydi.

Çevrim içi kursların henüz görülmediği dönemlerde, “otodidakt” yöntemle yetiştirmişdi kendini.

Polimattı. Az konuşur, kendi içinde yaşar, bilindik klişe tartışmalara girmez, kimseyi kırmak istemezdi.

Emeklilik yıllarında, ciltçilik, matbaacılık, yazarlık ve ressamlığının yanında, altmışında şöför, sekseninde de bilgisayar okur yazarı olmuştu.

Öğrencilerine yaklaşımı ve öğretim metodu da çok farklıymış Çiçek Hocanın.

 Oğlu Hakkı Çiçek, derin izler bırakan çocukluk anılarında, babasının bu yaklaşımını şöyle dile getiriyor.

“Hangi taşa el atsam bak altında ne var diye gösterirdi. Yaprak, böcek fosillerini gösterirdi. Sonra yine yerine aynı şekilde bırakmamı isterdi. Sart'a ne zaman gitsek o mermer sütunlara dokunup hissetmemi isterdi ve ardından ne hissettiğimi sorardı bana. Ben tabi önce "soğuk" derdim. "Başka, başka?" diye zorlardı hislerimi... "Yum gözlerini, taaa eski devirleri düşün, bu kocaman mermer sütunu buraya nasıl inşa ettiler, bunu düşün, hisset..." derdi. Çevrede gördüğüm herşeyin aslında çok sıradan olmadığından bahsederdi. Her iki elimin işaret ve başparmaklarını bir ekran gibi birleştirip, kadraj oluşturup normalde gördüklerimi bir de o şekilde izlememi isterdi. Görmek ve bakmanın farkını ilk o zaman anlardım. "Yaşlı ağaçlara dokun ve hisset" derdi... Dallarının hafif yelde sallanırken çıkardığı hışırtıları dinlerdim, o yaşlı ağacın küçücük fidanken o hale gelene dek hangi dönemlerin yaşandığını hissetmemi isterdi. Hayata, doğaya farklı bakmayı öğrenirdim... Yol boyunca iyi meyve veren bir ağaç gördüğünde aşılık dal alır, daha sonra yine yol üstünde gördüğü başka bir ağacı aşılardı o aşı dalı ile... Aşılamayı öğretirdi bana...”

Tarih İçinde Adala ve Köyleri Dünü- Bugünü” kitabı için, köylere mezar taşlarını incelemeye gittiğimizde, burada yatanlara bi fatiha okuyverelim de öyle girelim, derdi.

Salihli Sempozyumu’nda, “Salihli Araştırmalarının Duayeni İbrahim Çiçek ve Eserleri” adlı bir bildiriyle ilim alemine tanıtma imkânı bulmuştum. Kendisini de sempozyuma davet edip bildiri öncesinde katılımcılara takdim ettiğimde, kızardığını çok mahçup olduğunu dün gibi hatırlıyorum.

 Tevazu sahibiydi. Kendini öne çıkarmaktan hoşlanmazdı, eserleri konuşulsun isterdi hep.

Salihli, Demirci, Gördes yöresinin kültürel birikimini derleyen şehrin hazinesi Çiçek Hoca’nın:

 Geniş bir biyografisin yazılması

 Eserlerinin topluca yeniden basılması

 İsminin bir araştırma merkezi, ya da cadde, sokak, park, meydan veya kavşaklarda yaşatılması öenerisinde bulnmuştum o sempozyumda.

Yankı bulmadı.

Belki vefatından sonra değeri bilinir, diye ümit etmek istemiştim.

Ses çıkmadı.

Güle gûş ettiremez yok yere bülbül inler

Varak-ı mihr ü vefayı kim okur kim dinler

 Erciyes Dergisi’nde, “Yerel Tarih Öğretimi Bakımından İbrahim Çiçek ve Eserleri” konulu yazıyı kendisine gösterdiğimde, “inşallah öyledir” demiş, ama çalışmalarının takdir görmesine de çok sevinmişti.

Sağlığında bağışladığı kitaplar, MCBÜ Eğitim Fakültesi Kütüphenesini zenginleştirirken, tabloları da Fakülte duvarlarını süslemektedir.

Bağış vesileyle, dönemin dekanı Prof. Dr. Mustafa Bakaç’ın Salihli’deki evinde plaket takdim etmesi, unutamadığı önemli an ve anılarından biriydi.

En son telefonla aradığımda. Beyni hala ışıl ışıldı.

Son zamanlara kadar, sağlığım iyi bişeyim yok, biraz kulağım duymuyor. Gel de çekiver diye espiri yapardı. Ama zayıflamıştı.

 Doksandördündeydi emaneti teslim ettiğinde.

 

Gördesli şehit Makbule Hanım da, Alaşehirli Ruhiye Hanım da, İstasyondaki çınaraltı sohbetlerimiz de öksüz kalmıştı.

Onu ebediyete uğurladığımızın akşamı, Salihli Sanayi ve Ticaret Odası Sardes Konferans salonu’nda, kıymetli dost Ahmet Semih Ataoğlu’nun, İstiklal Gazetesi’ndeki söyleşilerinden oluşan “Salihli’nin Renkleri” kitabı tanıtım etkinliğindeydik.

Onunla yapılan söyleşi de vardı kitapta.

Davetliydi tanıtıma.

 Program, Nurgül Sözer Hanım’ın şiirsel sunumuyla akarken, adı okunup, duvara fotoğrafı yansıyınca, boğazıma oturan yumruyu, tüm çabalarıma rağmen engelleyemedim.

 Gözlerimi çevirdim.

Keşke dedim içimden,  keşke o da şimdi burada olsaydı…