İklim değişiklikleri, demokrasi ve siyasal temsil açısından ciddi sorunlar, yoksulluk, çaresizlik, gelecek kaygısı, sevdiklerini kaybetmek, yalnızlık, gelişmiş toplumların imkanlarından yararlanma, terör saldırıları, çatışmalar, bölgesel savaşlar gibi nedenlerden dolayı bir hayalet, göç hayaleti dolaşıyor dünyada. Bu konuda akademik bir yazı, bir araştırma, bir  inceleme değil de bir hikaye yazarak  yaşananlara değinerek yorumu okuyuculara bırakıyorum.

Dünyada ilk olay bin altı yüz yıl önce kavimler göçü olarak biliniyor. Asya’dan Avrupa’ya, Anadolu’ya, Kuzey Afrika’ya göç edenler yeni etkileşimlere neden olmuşlardı. Roma İmparatorluğu  çöktü. Yeni devletler kuruldu.  Daha sonraları Afrika’dan Amerika’ya  insanları zorla taşıdılar ilkel ve barbar bir anlayışla çiftliklerde çalıştırdılar. Roma’nın mirasçısı Osmanlı Balkanlara girince Anadolu’dan insanları taşıdı. İstanbul’da nüfusu dengelemek için Çarşamba’dan, Aksaray’dan Tire’den insanları taşıdı.

Günümüzde en fazla göç. Hindistan’dan, Pakistan’dan daha çok İngiltere’ye, Suriye’den daha çok ülkemize, Kuzey Afrika’dan İtalya ve Fransa’ya  olmaktadır. Almanya ve Kuzey ülkeleri de her ülkeden göç alıyor. Avrupa da en çok göçmen Almanya da yaşıyor.  Hangi ülkeden olurlarsa olsunlar dil bilmemezlik, ayrımcılık ve dışlanma, yabancılaşma, inanç ve kültür farklılıkları sorun oluyor. O ülkelerde ırkçılık yükseliyor. Fransa’da Le Pen, Kuzey  Avrupa’da yabancı düşmanlığı, Almanya’da Neo Nazi düşünceler gelişiyor. İngiltere sorunu çözen örnek tek ülke sayılabilir.  Şu an Londra belediye başkanı Pakistanlı bir Müslüman.   Muhafazakar Parti başkanı Hint asıllı. Daha önceki de Türk asıllı bir aileden geliyordu. Bunlar sorun değil. Amerika’da benzer durumda Afrika kökenliler her alanda görev alıyor topluma uyum sağlanmış. B.Obama Müslümandı  ve  devlet başkanı oldu.

Ülkemiz göçmen sorununu derinden yaşıyor. Bir köprü gibi  bir tampon bölge gibi olmasından.  Bu nedenle kucağında bulduğu karmaşık sorunla adeta cebelleşiyor. Evlerini, mallarını, varlıklarını, geçmişlerini, en önemlisi çocukluklarını bırakıp gelen bu insanların neler yaşadıklarını ve neler hissettiklerini anlatan birkaç örnek okuyalım. ’’Ramazan aylarında iftarı bahçemizdeki bir ağacın altında yapardık. Türkiye de çok garip kaldık. İçimizden çok şey koptu. Yemekler ve kokuları burnumda tütüyor. Bir zaman sonra babaannem geri dönmek istedi. Babam göndermedi. Boynunda bir zincirin olduğunu fark ettik ve sorduk.  Geldiğimiz evimizin anahtarıydı. Hepimiz anahtara bakarak uzun bir zaman ağladık. Daha sonra babaannem dayanamadı  ve Suriye’ye geri döndü. O kurtuldu çocukluğunu ve hayatını geri aldı.

‘’Öğrenciyken Türkçem yetmeyince ağlıyordum. Arapça aksamımı küçümseyen hocalarım beni aşağılıyordu. Bu duruma çok üzülüyordum. İş bulmak için çabalarken Suriyeliler hemen iş buluyor cümlesini duymak istemiyordum.’’ ‘’Hiç mutlu değilim burada yaşamak çok zor. Her şeyin fiatı sürekli artıyor. Burada evlenmeyi düşünmüyorum. Almanya’da yaşayan bir Suriyeli ile evlenip oraya gitmek istiyorum.’’

                    ‘’Evet bir yabancıyım Türkiye de her yerde resmi yerlerde bile. Suriyeli olmaktan dolayı çektiğimiz acılardan dolayı unutmak istesek te her zaman her yerde hatırlatıldı. O nedenle Suriyelisin şeklinde başlayan cümlelerden çok sıkılıyorum.’’

                    Mardin’e gelen Yüz otuz iki Suriyeli  sığınmacı İnançlarını rahatça yaşadıklarını halkla rahatça iletişim kurduklarını Mardin de kendilerini yabancı hissetmediklerini, ırkçı davranışlarla karşılaşmadıklarını söylüyorlar. Bu durumun Mardin şehrimizin geçmişinde farklı inanç, kültür, ve medeniyetler yaşamasından dolayı olması düşünülebilir. Göçler, dünyamızın engellenemez bir gerçeği olarak devam edeceğe benziyor.

                    İki bin dört yüz yıl önce Sinop ta yaşayan filozof Diyojen’e Atinalı bir vatandaş nereli olduğunu soruyor. Diyojen ‘’Ben bir dünya vatandaşıyım’’ diyor. Siyasi Filozof Thomas Paine ‘’Dünya vatanım, tüm insanlar kardeşim ve iyilik yapmak dinimdir’’Demişti.