Avrasya steplerinden kopup gelen rüzgar, fırtınaya dönüşerek o zamanki Avrupa’yı derinden etkilemeye başlamıştı. Üç yüz elli yılında Hunlar, dönemin en iyi savaşçılarıyla, hızlı ve çevik atlarıyla ve döneme göre üstün savaş araçlarıyla Batı Roma imparatorluğunu temellerinden sarsmıştı. Avrupa’nın ortasına yerleşmişlerdi. Sonunda bir büyük imparatorluk yıkılmıştı. Konstantinopolis başkentli parçası hayatını sürdürüyordu. Büyük boşluğu kimin dolduracağını zaman gösterecekti.
Uzunca bir zaman sonra bu defa rüzgar, batıya Anadolu’dan esmeye başlayacaktı. Konstantinopolis’i almak mümkün değildi. Bu şehir bekleyecekti. Nihayet Rumeli ne ulaşıp, Balkanlara egemen olma zamanı gelmişti. Yeni büyük İmparator adayı Osmanlı olacaktı. Osmanlı iki yüz altmış yıl içinde Tüm Balkanlara, Güney Asya’nın bir bölümüne, Kuzey Afrika’ya , Akdeniz’in tamamına egemen olmuştu. Bu durum kolay gerçekleşmemişti ancak büyük ve güçlü bir organizasyon olmalıydı. Genişledikçe büyüyen bir ordu ve disiplinli askeri sınıfların iş bölümleri ve birbirlerini tamamlamaları çok etkili bir ordu gerekliydi.
Ordunun en önünde yaya ve müsellemler bulunurlardı, gidilecek yolda ne eksikse tamamlayan, tamir eden, yol açan becerikli insanlar yer alıyordu. Derbentler yol güvenliğini sağlardı. Lağımcılar gerekli olduğunda tünel açarlardı. Sakalar ordunun su ihtiyacını karşılıyordu. Topçular teknik bir sınıftı. Top arabacıları ayrıca top mermilerini hazırlayan humbaracılar ve araç gereçleri sağlayan cebeciler vardı. Ordu esnafları berberler, terziler, nalbantlar, bakkallar, ayakkabıcılar orduyla beraber hareket ederlerdi.
Yaşları genç olanlar savaşanların en önünde yer alırlardı bunlara azaplar eşlik ederdi ayrıca sol elini kullananlar da onların yanında yer alırlardı. Bunların arkalarında Kapıkulu askerleri, Yeniçeriler ,mehter takımları ve okçular ve akıncılar bulunurdu. Seferlere yaya gidilirdi. Günde on beş kilometre yol alınırdı. Çok önceden belirlenen kamp yerlerinde yiyecekler depo edilirdi. Fırınlar olsa da ekmekler peksimet halinde saklanırdı. Bu yerlere Menzilhane denilirdi. Buralarda savaşa giden atların, katırların, develerin, öküzlerin yemleri depolanırdı. Kamp yerlerinde su, önceden açılmış kuyulardan sağlanırdı. Ayrıca kış aylarında açılan buz kuyuları bulunurdu. Saklanamayan sebze ve meyveler bulunulan yöreden temin edilirdi. Yiyecekler yetmezse Avarız ya da Nüzul vergisi adı altında yerel halktan temin edilirdi. Menzilhaneler de ayrıca, tuvalet, hamam, mescit ve hasta çadırları bulunurdu. Salgın hastalara karşı askerlerin traş ve temizliğine önem verilirdi. Bir sefer gidiş ve gelişte yaklaşık yüz bin koyun kesilirdi. Peksimet, ekmek ,bulgur ve pirinç ana yemek olarak yenilirdi.
Savaş mevsimi baharla başlardı ve sonbaharda bitmeliydi. Kış aylarına kalınırsa mevsim yöredeki kalelerde kalarak geçirilirdi. Malzeme taşıyan hayvanların başında develer geliyordu. On bin deve malzeme taşırken, Dört bin deve cephane, üç bin deve padişahın yiyeceklerini beş yüz dev de padişahın çadırlarını iki bin deve de yeniçerilerin yiyeceklerini taşırdı. Edirne’den Estergon kalesine yüz on dokuz günde, Üsküdar’dan Bağdat’a yüz doksan günde gidilirdi.
Yüz bin, iki yüz bin kişilik orduları o dönemlerde bir yerden bir yere taşımanın zorluğu tartışılmazdı ancak lojistik destek, sıkı disiplin, savaş gücü ve fetih iştahı çok etkiliydi. Osmanlı’nın bir dünya imparatoru olmasındaki önemli adımı ise Konstantinopolis’in alınması olmalıydı. Surları delen topların dökümü ve faaliyetleri bir dönemin kapanmasına neden olmuştu. Bin yıllık Roma imparatorluğu tamamen silinmişti. Dünya da yeni bir dönem başlamıştı. Ticaret yolları değişmişti. Yeni bilim ve sanat merkezleri doğmuştu. Osmanlı’nın hızla gelişmesinin yolu Fatih Sultan Mehmet’le başlamıştı. Fatih Arapça, İbranice ,Farsça, Keldanice, Slavca, Latince, Rumca ve İtalyanca dillerini konuşuyordu. Çok sayıda kitapları olan bir kütüphanesi vardı. Edebiyatçıydı. Ateşli silahlar ve top çizimleri yapardı. Aşçıydı, bahçıvandı. İlk yüksek öğrenim kurumu olan Sahnı Semen Medresesini kurmuştu. Burada Kur’an, Hadis, Kelam, Fıkıh, Tefsir, Fizik, Kimya, Matematik, Astronomi dersleri verilirdi. Fatih’le birlikte yükseliş başlamıştı. Büyük güçlerin kaçınılmaz başlangıcı yükselişler……sonraki yazımda imparatorlukların kaderi olan çöküşlerden söz edeceğim.