Yaşamı hakkında çok az şey bilinen ünlü antikçağ hikâyecisi Ezop (Yunanca: Aisopos), tanıtıldığı gibi bir hayal ürünü değil, Lidya’nın başkenti Sardes’te yaşamış bir öykü anlatıcısıdır.
Ezop, kimilerine göre Sisam adası, kimilerine göre Trakya’da bir köyde doğan köle bir köylüydü. İkinci sahibi, Iadmon adında bir Lidyalı idi ve Ezop’a öğrenmedeki çabukluğunun, zekâsının, hazır cevaplığının bedeli olarak özgürlüğünü vermişti.
Antik çağ yazarları Ezop’un fiziki yapısının çok çirkin olduğunu yazar ve şöyle tanımlar; “siyahımsı, kambur, kekeme, bir boksör burnu ve bir üçgen kafa ile çarpık bacaklı…”
Özgürlüğünü kazandığı dönemde günlerini bir bilim, kültür, sanat merkezi olan Lidya Krallığının başkenti, zengin Sardes’e doluşmuş bilge ve düşünürlerin derslerine katılarak, kendisini geliştirerek geçirdi.
Yaradılışında var olan zekâsı, hazır cevaplığı, zor sorunları bile aşmada gösterdiği örneklemeli çözümleri üretmesi aldığı bu derslerle daha da gelişti.
Zekâsı ve hazırcevaplığı son Lidya Kralı Karun’un (Croesos) kulağına gitti. Bazı yazarlar Kral Karun’u ziyaretinde Solon ile tanıştığını ve arkadaş olduğunu belirtirler.
Bir zamanların çirkin kölesi, şimdi Karun’un elçisi olarak şehirden şehre koşuyordu. Mısır’a, Babil’e gönderildi. Gittiği kentlerde halkın sorunlarını çözmek için öyküler anlatıyor, ilgi çekiyordu. Antik çağın ünlü bir siması olmuştu.
Görevli olarak, Delphi’deki kehanet evine Karun’un hediye olarak gönderdiği altınları götürdüğü bir gün, bilicilere verdiği yanıtlar ve Delphi halkına yaptığı konuşmalar beğenilmedi. Anlatılara göre: Delphi’deki biliciler kendilerini alaycı bir şekilde “Halkı soyan aç gözlü, dolandırıcılar” olarak eleştiren Ezop’un torbasına gizlice bir şişe altın koyarlar, tapınağın çıkışında üst araması yaparak yakalatırlar. Delphi kâhinleri, kendilerine hakaret eden ve hırsızlık yapan Ezop’u tutucu Delphi halkına hedef gösterdi.
Halk Kendisini döverek bir ders vermek istiyordu. Ezop etrafındaki çemberin darıldığını gördüğünde Delphi’deki uçurumun kenarına varmıştı. Kimi araştırmacılara göre Linç edilerek öldürülmektense kendisini uçurumdan atmayı tercih eder, kimilerine göre ise halk tarafından linç edilerek uçurumdan atılır.
Delphi elçileri Karun’a “Gönderdiğin altınlardan ve hediyelerden çalıyordu, bu sebeple biliciler cezalandırdı” dediler, olayı anlattılar.
Suçlu gösterilerek öldüğünden çabuk unutuldu. Ancak elçi olarak gezdiği şehirlerde anlattığı hikâyeler unutulmadı. Ezop’un masalları başlangıçta yazılı değildi. Yaşlılar bildikleri masalları gençlere anlatır, bunlar kulaktan kulağa dolaşırdı.
Öykülerinde eleştirici, sorgulayıcı bir tavır ve mantığın egemen olduğu görülmektedir. Anlatılan öykülerin çözümlemesi yapıldığında bu kolayca anlaşılıyor. Herkesin bildiği “Ağustos Böceği ve Karınca” öyküsünde olduğu gibi, anlatılan masalların insanları düşünmeye ve yorumlamaya davet ettiği açık. Arif olan anlar duygu ve düşüncesiyle hareket edilmiş, insanlığın durumu evrensel düzeyde tartışılmıştır.
Filozof Sokrat’ın hapisteyken, Ezop’a ait bazı masalları koşuk biçimine getirdiği söylenir. Masalların bilinen en eski derlemesi, İÖ. 4 yy. da Phaleros'lu Demetrios tarafından hazırlanmış, bu derleme daha sonra, İS birinci Yy. da Latince olarak Phaedrus, Yunanca olarak Babrios tarafından yeniden kaleme alınmıştır. "Ezop Masalları" daha sonra 17 yy. Fransız yazarı Jean de la Fontaine'in fabıllarına esin kaynağı olmuştur.
Bilim adamı ve Index derleyicisi Edwin Perry, 1965 yılında kaleme aldığı Ezop hakkında antik açıklamalarında, Karun dönemindeki olayların tümünü kabul eder ama Delphi’deki öldürülme olayına inanmadığını bildirir.
Roma dönemi kayıtlarının hemen hepsinde adından söz edilmekte, İÖ 620-500 tarihlerinde Sardes’te yaşadığı belirtilmektedir. 3 yy. şairi Callimachus ondan "Sardesli Ezop" ve Tire doğumlu, Romalı yazar Cassius Maximus Tyrius "Lidya adaçayı" diyerek eserlerinde söz ederler. Bu kanıtlar bile Ezop’un Sardes’te yaşadığına yeter.
Halen toprak altında bulunan Lidya kayıtları gün yüzüne çıktığında Ezop hakkında daha çok bilgi ve belki öykülerine de ulaşacağımızı umuyoruz. Yazımızı, Ezop’un ne kadar zeki olduğunu gösteren, kısa bir örnek öyküsü ile bitirelim.
KURT İLE AT
Kurdun biri bir tarladan geçiyormuş, boydan boya arpa görmüş. Kurt ne yapsın arpayı? Yiyemez ki! Bırakıp gitmiş.
Yolda Önüne bir at çıkmış. Onu görünce:
“Ben de seni arıyordum’ demiş; “şurada arpa buldum, ama yiyemedim, sana sakladım, bayılırım senin dişlerinin gıcırtısına. Gel, sen ye, ben de seyredeyim.”
At kanmamış bu sözlere: “Yahu,” demiş, “ben kurtları bilmez miyim? Sen arpa yiyebilseydin karnını doyurmak zevkini bırakır da kulaklarının zevkini düşünür müydün?” demiş.
Yaratılışlarından kötü olanlar, kendilerine iyilik ediyormuş gibi bir süs verseler de gene kimseyi kandıramazlar.