7 Eylül Akşamı, karanlığını şehrin üzerine bir tül perde gibi yavaşça çekerken, Paşaları taşıyan araçlar da Adala’dan, Salihli’ye, konuk oldukları Hacı Mustafa Efendi’nin Kocaçeşme, Bostan Sokaktaki mütevazı evinin cümle kapısına yanaşıyordu.
Kurtarıcılarını yakından görmek için saatler önce toplanan meraklı kalabalık, gelenleri sevinç gösterileriyle, coşkuyla alkışlayarak karşılıyorlardı. Paşalar kalabalığı selamlayıp araçlarından indiler ve evin büyük kapısından içeriye girdiler.
Kendileri için bahçenin ortasında bulunan erik ağacının altına özenli bir sofra kurulduğunu gördüler. Uzun süredir böyle büyük ve güzel bir sofrada yemek yemediklerini anımsadılar; demek ki şehir halkı kendilerinin Adala’ya gitmelerini fırsat bilmiş ve bu yemek şölenini hazırlamışlardı. Gazi kendisine gösterilen yere ilerlerken ev sahibine dönerek;
“Bütün bu zahmete ne gerek vardı Ağa? Biz Allah ne verdiyse yerdik.”
“Ne zahmeti Paşa hazretleri, bu bizim ve Salihli halkı için bir zevk ve de görevdir. Kurtarıcılarımıza ne yapsak azdır, kusurumuza bakmayın gari.”
Fevzi Paşa çok acıktığını belli edercesine;
“Kusur mu? Ne kusuru? Mübarek sofrada hani derler ya- kuş sütü eksik- vallahi neredeyse o bile tamam! “
“Hoca Paşam beğendiğine göre, meraklanacak bir şey yok demektir Mustafa Ağa! Sağ ol, hepiniz sağ olun! “
Evin hizmetkârları koşarak ibrikleri getirdiler, Gazi Paşa ayağa kalkarak karşı koydu;
“Yoo! Sağ olun istemem. Suyun bu kadar bol olduğu yerde doğrusu tulumbada (Elle çekilerek çalışan bir tür çeşme) ellerimi yıkayıp serinlemek isterim.”
Tulumbaya yöneldi, diğer Paşalar da kendisini izledi. Hizmet için gelen gençlerden biri istekle tulumbayı çekmeye devam ederken Gazi tulumbadan akan serin suyun ellerinde ve yüzünde yarattığı huzuru, rahatlığı hissetti. Günün yorgunluğunun akan suyla üzerinden kayıp gittiğini duyumsadı.
“Beyler! Suyun olduğu yerde hayat vardır, gelişme vardır. Umarım suyun bu yönünü iyice anlar, mümbit (Verimli) arazilerinizi ileride daha iyi değerlendirirsiniz. Savaştan sonra üretime önem vereceğiz. Bir tarım ülkesi olarak önce kendimize yetecek, artan ürünlerimizi dünya pazarlarına pazarlayacağız. Bu sözlerimi unutmayınız.”
Daha sonra kendisine uzatılan peşkirle (Havlu) ellerini yüzünü kuruladı ve yerine oturdu. Diğer Paşalar da ellerini yüzlerini tulumbada yıkadıktan sonra masadaki yerlerini aldılar.
Bu büyük sofrada Paşalardan başka ev sahibi ve şehrin ileri gelenleri de yer alıyordu. Önce sıcak çorbalar içildi, sebzeli ve etli yemeklerden sonra kavun, karpuz, üzüm ve incirden oluşan meyveler yendi. En sonunda tatlıya sıra geldi; sütlaç… Özellikle Fevzi Paşa, sevdiği bu tatlıyı büyük bir iştahla yemeye başladı. Tam bu sırada cümle kapısında Halide Onbaşı göründü.
“Afiyetler olsun Efendim!”
“Sağ ol Onbaşı! Buyur gel, tam zamanında geldiniz.”
“Ben o işi gördüm Efendim. Salihli’nin cana yakın kadınları beni doyurdular.”
“Bunun tadına mutlaka bakmalısın, bugüne kadar böylesini yediğini hiç sanmam!”
Fevzi Paşa bir sütlaç kâsesini Halide Onbaşının eline tutuşturdu.
Halide Onbaşı, bu emrivaki (Oldubitti) karşısında eline tutuşturulan sütlacı beğeniyle yemeğe koyulurken, paşalar kahvelerini içmeye başlamışlardı.
Ali Çavuş elindeki Daily Telegraph Gazetesi’ni Gazi’ye uzattı.
“Hayrola bu gazetede nereden çıktı?”
Ev sahibi Hacı Mustafa, Ali çavuştan çabuk davranarak cevapladı;
“Efendim istasyon şefi belki Paşa Hazretleri okur diye göndermiş, Avrupa’dan haberleri merak ettiğinizi umuyormuş. Biz de size ulaştırdık.”
“Çok iyi düşünmüşsünüz Hacı Efendi! Eh! Hadi oku bakalım çocuk, bizden nasıl söz ediyor Avrupa öğrenelim bari...”
Çevirmen gazeteyi okumaya başladı.
İngiliz Başbakanı Lloyd George Yunanlıların mutlak galip gelmeleri gerektiğinden söz ediyor ama durumun pek iç açıcı görünmediğini de satır aralarında anlatıyordu. Gazi okunanları büyük bir dikkatle dinliyordu ve
“Zavallı Lloyd George, yarın ne olacak? Yıkılacak o... O ve daha onun gibi niceleri!” diyordu.
Bu arada haberciler son gelen raporları Gazi ve Kurmaylarına iletiyorlardı. 1. Ordu’dan gelen raporlarda “Yunanın hızla İzmir’e çekildiği, Turgutlu ve Manisa’yı da yaktıkları, esirlerden alınan bilgilerden Yunanın Dikili, Ayvalık ve İzmir limanlarından gemilerle çekilme emri aldıkları ve çekilmenin başladığını” bildiriliyordu.
Son olarak İzmir çıkışlı ama İstanbul üzerinden gönderilen bir telgraf getirdiler. Bu, İzmir’deki Fransız donanmasının “Edgard Quinet” adlı gemisinden, yabancı Konsoloslar tarafından gönderilmiş bir telgraftı:
Şehri teslim edeceklerini bildiriyor ve Mustafa Kemal Paşadan hangi komutanın devir teslim için görevlendirileceğini öğrenmek istiyorlardı. Aynı zamanda şehirdeki Hıristiyan halka iyi davranılmasını isteyen ricaları sıralıyor, şehrin teslimi ile ilgili murahhas (Delege) üyeler göndereceklerini, nereye ve ne zaman göndermeleri gerektiğini soruyorlardı.
Telgrafı sakince dinleyen Paşa birden öfkelendi, yumruğunu masaya vurarak aynı hiddetle;
“Kimin şehrini kime veriyorlar! “Diye bağırdı.
Etraftan çıt çıkmıyordu, herkes sus pus olmuş Kemal Paşanın yüzüne bakıyordu. Bir süre hareketsiz kalıp öfkesini yatıştıran Paşa, karşısında oturan Fevzi Paşaya bakarak;
“Tamam! Bu iş bitmiştir Hoca Paşam. Bu telgraf Yunanın artık hiçbir yerde direnemeyeceğinin işaretidir” dedi.
Birden Baş Yaveri Salih’e döndü;
“Yaz Salih! Cevap yaz bakalım. Gönderecekleri Murahhas üyelerle görüşmeyi 9 Eylül günü, Salihli ile Turgutlu arasındaki şosede yapacağız. Gelenler otomobillerine bir karışıklığa meydan vermemek üzere beyaz bayraklar assınlar...”
Sonra İsmet Paşaya döndü;
“Sizde bu beyaz bayraklı araçların salimen hatlarımıza geçmesi ve başlarına bir şey gelmemesi için birliklerimizi haberdar edin!”
Parmaklarıyla masada tempo tutar gibi yaparak, yüksek sesle düşünüyormuşçasına devam etti;
“İzmir’in işgali ile birlikte askeri hükümet kurulacak ve sıkıyönetim ilan edilecektir. Bir kolordu komutanının askeri vali olması uygun olacaktır. Şehirde asayiş ve inzibatı temin için 1. Ordu’nun tasarladığı şekilde seçme birlikler tayin olunacaktır. Yabancı siviller de yerli halk gibi, askeri hükümetin bildirilerine kayıtsız şartsız uyacaklardır.
Hangi uyruktan olursa olsun, özellikle Rumlar, süratle el altına alınacak ve İzmir dışında elverişli kamplara gönderilmek üzere toplanacaklardır. İngiliz uyruklular da uygun bir ordugâhta enterne (Gözaltı) edilmek üzere öncelikle toplanacaktır.
Mustafa Kemal ve Karargâhı 9 Eylül 1922 günü sabah saat 08.00 de Salihli’den İzmir’e doğru hareket edecek ve geceyi Nif’te (Kemalpaşa) geçirecektir.