Aralık ayı geldiğinde ilk aklıma gelen ‘’İnsan Hakları’’oluyor. Bu hafta yine konu üzerine yazmayı düşündüm. Yine klasik anlatımlarla hafta atlatılacak. Bu çağda ayaklar altına alınan haklar. Yine savaşlar,yine katliamlar,yine çocuklar, kadınlar geleceğin insanları yok edilirken ve tüm dünya seyirci kalırken, ırkçılık yeniden filizlenirken, inanç ayrılıklarından olayı nefret duyguları artarken ,   dünyanın mevcut düzeni çürümeye ve çökmeye başlarken haklarımızdan söz ederek canımızı acıtacağıma kendimi  yeryüzünün çivilerine kimi coğrafyacılara göre yerin kamburlarına dağlara atmayı uygun gördüm.

Sinan’nın  çocukluğu Kayseri’nin ilçesi Ağırnas ‘ta geçti. Sabahları kalktığında yüzünü Erciyes’e çevirir saatlerce dağın yüceliğini, muhteşemliğini, haşmetini, karlı zirvesini ve zirveyi tutan tepecikleri izlerdi. Mimar olduğunda Süleymaniye, Selimiye ve diğer yaptığı camilerin kubbe ve kubbecikleri  Erciyes’ten etkilenerek yapıldı. 

Dağlar insan var olduğundan bu yana Tanrıların ve insanların ikametgahı olarak bilinir. Tanrıların yüceliği , insanların da güzelliklerine tutulmuşlukları tesadüf olamazdı. Ne türküler yakıldı onlar için, ne güzel insanlar yaşadılar üzerlerinde, bilcümle kuş, tavşan, kurt, karınca ve her türlü meyveler, sonsuz çayırları ve su kaynaklarıyla kayalarıyla, geçitleriyle ormanlarıyla yaşayıp geldiler

Kurtuluş  savaşımızda Batı cephesinde çarpışan kahramanlardan birisi artık cepheden ayrılacaktır. Savaş boyunca evi olan karşısında duran dağlara dönerek  derin  bir ah çekti. Yaşadıklarını hatırlayarak ‘’Haydi bakalım dağ   dağlığını yap yine her gün böbürlenip durursun haşmetinle. Ne eğilir ne bükülürsün. Bizler evlatların sayılırız. Çoğumuz senin kucağında büyüdü. Bize yastık , yorgan, yatağımız oldun. Uyuduk kuytularında gece gündüz demeden. Kurda kuşa düşmana karşı bizi korudun, bağrına bastın, sakladın. Başında kar eksik olmadı, berrak sularını içtik, yıkandık, paklandık. Açlığımızı senin nimetlerinden  giderdik. Ben sana ne diyeyim.? Cömertsin, mertsin, adilsin, asilsin. Her zaman böyle dimdik kalacağını biliyorum. Hiçbir şeye boyun eğmeyeceğini biliyorum.

Sıcak yaz günlerinde esintilerinle yüreklerimizi ferahlattın. Soğuk kış günlerinde koynunu açtın. Senin vefanı çok iyi bilirim. Kuşlarının şarkılarını dinledik bütün mevsimlerde. İnleyen hayvanların acısı acımız oldu her zaman. Evsiz kalan kuşlarına  ev olan ağaçlarının ve bağrında beslediğinim otlarının rüzgarlarla gelen sızlanmalarını  dinledik.  Sen gerçekten dağ gibi dağdın.

Dünya hali bu ya seninde hiç  hoşuna gitmeyen durumları da yaşadık. Tertemiz toprağına kan bulaştırdık ama çaresizdik topraklarımıza göz dikenlere karşı çiçek sunamazdık. Canımızı korumak için dünyalarına doyamayan gencecik çocukları hayatlarından kopardık. Senin hoş görüne sığınıyorum. Hakkını helal et. Hoşça kal.

Bir daha karşılaşacağımızı hiç düşünemiyorum. Ben seni hiç unutmayacağım.  Unutamam.  İyiliklerimizi de gördün kötülüklerimizi de ne var ki her durumda vefalıydın. Şimdi senden ayrılma vakti geldi. Arkama bakamıyorum. İçimde anlatılamaz derin bir sızı var ruhum karmakarışık. Hoşça kal dağ kardeşim benim hoşça kal. Kendini kendin yapan bil cümle özelliklerinle kal. Hakkını helal et.’’

Dağlarla ilgili duygular üzerine başka yazacak çok  şeyler var tabi ki. Yakılmış sevda türküleri yanında ferman padişahınsa dağlar bizimdir diyen insanlarımızda oldu. Dağlara saygılarımla…….