Geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya oldukça çarpıcı bir video düşmüştü. Bu videoda bir kişi, çalışma odasında bir Cumhuriyet savcısını yürüttüğü bir soruşturma ile ilgili açıkça tehdit ediyordu.

Çok geçmeden bu tehdide konu olayın özel / özelleşmiş sağlık kuruluşlarında yapılan yolsuzluğa ilişkin olduğu anlaşıldı. Tehdit videosunda da savcıya zaten bu kişilerin “arkalarının sağlam olduğu”, “birçok yerde tanıdıkları olduğu” “mermiye kafa atan 500 adamlarının olduğu” söyleniyordu. Yine tehdit eden kişi MHP bağlantılarından bahsediyor.

Bu tehdide ilişkin yürütülen soruşturmada ise şaşırtmayacak şekilde şüpheli, savcıyı tehdit etmediğini kendisinin de “devletçi” ve “vatansever” olduğunu iddia etti.

Bir yargı görevlisinin tehdit edilmesi tek başına kan dondurucu olduğu gibi tehdide konu olay ise çok daha kan dondurucuydu.

Soruşturmaya göre sağlık kuruluşlarında aralarında hekimlerin ve hemşirelerin de bulunduğu bir çete var. Bu çetenin üyeleri, özellikle yeni doğan bebeklerin ailelerini, aslında ihtiyaç olmamasına rağmen bebek hastaymış gibi “anlaşmalı” oldukları özel hastanelerin yoğun bakım ünitelerine göndermişler.

Bu özel hastaneler de SGK’dan bebek başına günde 8 bin lira ödenek almış. Böylece yapılan sahte işlemlerle çetenin vurgunu 1 milyar lirayı aşmış (eski para ile bir katrilyon lira). Böyle bir parayı hayal etmekte zorlanıyorum.

Tabii bu sahte işlemler sırasında 12 bebek ihmal nedeniyle hayatını kaybetmiş. 

Sistem şöyle işliyor:

1.    Bebekler, uygun sağlık hizmeti alacakları hastanelere değil, 112 Acil Servisi ile ortak çalışan şüphelilerin seçtiği ve "örgüt adına kârlı görünen" hastanelere gönderiliyordu. İddianameye göre, çetenin asıl amacı bebeklerin iyileştirilmesinden ziyade daha çok para kazanmaktı.

2.    Fakat enfeksiyona açık bir ortam olan yenidoğan ünitelerine yatırılan bebeklerden bazıları, normalden daha uzun süre yatılı kaldıkları veya hiç gereksinim yokken bu bölüme yönlendirildikleri için hayatını kaybetti. Şüpheliler ayrıca, usulsüz bir şekilde hastanedeki ilaçları satarak maddi kazanç elde ediyordu.

Soruşturma kapsamında dinlenen mağdurlardan biri şunu söylüyor:

“Kızım yoğun bakımda 3 gece kaldı. Sonrasında doktor bana, ‘Burası 1 aylık bebekler için bir yer. Sizin bebeğiniz burada kalırsa ölür. Başka hastaneye gidin’ dedi. Biz hastane bulamadık. Yoğun bakımdan sorumlu doktor bize bir hastane söyledi. Yoğun bakım ücretinin gecelik 7.000 lira olduğunu, kızımın 2 hafta tedavi görmesi gerektiğini anlattı. Kabul ettik. Başta 35 bin lira ödeme yaptık. Bana medikal bir çok şey aldırdılar. Sonrasında hastaneden çıktım. Ertesi gün beni arayarak hastaneye gitmem gerektiğini söylediler. Hastaneye gittiğimde doktor kızımın sabaha karşı öldüğünü söyledi. Bebeğim diğer hastanede 4 gün kaldı. Bu hastanede 1 gece kaldı. Sabah saatlerinde ölüsünü aldım”.

Gerçekten içler acısı. Bir kamu hizmeti olan “sağlık hizmetinde” ticarileşmeye bu derece izin verildiğinde sanırım bu tür olaylar kaçınılmaz oluyor. Çünkü kamu hizmetleri çoğunlukla özel sektöre verildiğinde öncelikli amaç hizmetin yasal bir şekilde gerçekleşmesi yerine “para kazanma ve kâr elde etme” oluyor. Gaye bu olunca bu tür olayların yaşanması kaçınılmaz oluyor.

Diyecek bir şey bulamıyorum. Kapitalizmin giderek vahşileşmesi sonucunda toplumumuz neredeyse çökme noktasına geldi.

Saygılarımla.

Yıldıray ÇIVGIN