Sart, Manisa- Salihli’nin 10 km batısında, Kula- Salihli Geopark’ı içinde tarihi bir jeosit. Antik adıyla Sardis.
Lidya Devletinin başkenti.
Güvenceli paranın basıldığı ilk yer.
Zenginliğiyle ünlü Karun’un memleketi.
Coğrafi konumu, kaynakları ve iklimi nedeniyle birçok medeniyete beşiklik etmiş.
Çokca işgaller, yıkımlar görmüş, her yıkımda simurg gibi küllerinden yeniden doğmuş.
UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesinde.
Yıllardan beri bilimsel kazılar devam etmekte.
Bulgular uzmanlarca değerlendirilip, bilim alemine sunulmakta.
Hasılı kelam.
İki büyük deprem geçirmiş Sardis.
İlki İ. S. 17 yılında.
Gece yarısı… Halkın ekseriyeti uykuda…
Uluyan köpekler, ahırda huysuzlaşan hayvanlar...
Aniden kulakları sağır eden bir gürültü…
Kendini evden dışarı atmaya çalışanlar…
Uyuyan çocuklar…Ve çığlıklar…
Romalı tarihçi Tacitus şu notu düşer yıllığına:
«... Aynı yıl batı Anadolu’nun on iki önemli kenti bir gece meydana gelen bir depremle yerle bir oldu. Öyle ki, deprem çok büyük bir tahribata yol açmıştı. O kargaşa içinde insanlar doğal olarak ovaya doğru kaçmaya çalıştılar; ama bu da mümkün olamadı, çünkü yarılan toprak herkesi yutuyordu. Derler ki, dev dağlar düzleşti, düzlükler yükseldi ve yıkıntılar alevler içinde kaldı. Deprem en çok Sardis halkına zarar verdiği için, bu kente karşı büyük bir sempati oluştu. …”
«İnsanoğlunun hatırladığı en büyük deprem” diye nitelendirmiş dönemin tarihçileri.
Bugün, Artemis’ten Akropol’e doğru bakıldığında, iç kalenin batı yönündeki ana kütleden kopan yıkıntılar hemen farkedilecektir.
Hatta dikkatli bir göz, anayoldan bile kırıkları görebilecektir.
Can kaybını bilemiyoruz. Yine de Tacitus’un anlatısı bir fikir veriyor bize…
Neticede hayat devam ediyor.
Roma İmparatorlarının desteğiyle şehir yeniden kurulmuş.
Ve …nufus yüzbine ulaşmış.
Diğer deprem M.S. 7.yy başlarında olmuş.
Yıkılan şehir bir daha canlanamamış ne yazık ki.
Sardis Kazısı Başkanı Prof. Dr. Nicholas Cahill, 2019’da bu depremin izlerine ulaşmış, kazı bulgularını bilim âlemiyle paylaşmıştı:
“Burada M.S. 7'nci yüzyılın başında çok büyük bir deprem oldu. Evler, Cimnazyum ve Roma Takı gibi yapılar yıkıldı. Kısacası bu deprem sonucu her şey yıkılmış ve tekrar restore edilmemiş. Halk akropole göç etmiş. Deprem nedeniyle, Erken Roma İmparatorluğu dönemine ait kutsal alan duvarında, kentin tamamen yıkılmasına neden olan büyük depremin izlerini taşıyan çatlak ve 15 – 20cm’lik duvar kaymasını ortaya çıkardık…”
Hasarın izini araştıran uzmanlar depremin şiddetini 6.9 olarak belirlemişler.
Sardis’in fay hattı üzerinde olduğunu Lidyalılar ve ardılları biliyor muydu, pek emin değilim. Ama bugün herkes biliyor bunu.
Görüldüğü gibi depremler yeni değil bu topaklarda.
Son da olmayacak…
Önemli olan “tezekkür”, “geçmişi bilmek”, bunlardan “didaktik sonuçlar” çıkarmaktır.
Çıkarılacak sonuç “tedebbür” dür, “önlem, tedbir almak”.
Bir şey yaparken, rasyonel süreçleri işletmek, işin sonunu ve geleceğini düşünerek yapmak.
Denetimi baştan gerçekleştirmek, fay hatları üzerinde yapılaşmamak, vb…
Bunları bilmeyen yok zaten, ilkokul çocuğu bile bi çırpıda sıralayverir size.
“Tedebbür” ya da “take measures”, Batı kültüründe de İslâm Kültüründe de öne çıkarılan, öncelenen bir kavram.
“Take first the necessary measures, and then rely on God”
“Evvela tedbire tevessül et sonra Allah’a tevekkül”
Sanırım, “Tezekkür” ve “tedebbür”den uzak iş yapılıp, sonunda zarar görüldüğünde kendimizi değil de dışsal faktörleri suçlamak moda oldu son yıllarda.
Eğitimciler bilir. Not yüksekse kendi almıştır, zayıfsa hoca vermiştir öğrenciye.
zannımca bu tür dışsal yükemeler, hem “öz eleştiri kültürünün” , hem “kişisel gelişimin” hem de “demokrasi kültürünün” oluşmasını, gelişmesini engelliyor.
Öyle ya… suçlu dışardaysa, bizden uzaksa, neden kendimizi sigaya çekelim ki...
Böylece sorunlar birikiyor, birikiyor tarih de tekerrür ediyor.
Aslında hep merak etmişimdir bu dışsal güçleri. Biraz gizemli olsalar gerek…
Ama ben kendimce bir yönem geliştirdim bu gizemi çözmek için.
Gece ışıkları kapatıp, “Ey günah keçisi… geldiysen üç kez kapıyı tıklat…” diyorum.
Geldiklerinde öğreniyorum onları, sonra da rahatlıyor ve uyuyorum.
Yeni güne uyanıp Geç Antikite filozofu “Saint Augustine”a kulak verdiğimde; bu kez de sıkıntı basıyor, uykularım kaçıyor nedense.
“Aklını kullanmayanlar, tedbir almayanlar suçu Tanrıya yüklüyorlar. Doğal felaketlerde suçlu tedbir almayan insandır. Tanrı değil.”
Tarih, hamasetle gerçek “gündemi örtmek için” değil, gündemi “anlamak için” okunursa bir değer ifade eder.
Yaşadığımız her depremde, “evraka evraka…” diye yerimizden fırlıyoruz…
Sanki bu topraklarda, antik çağlardan beri hiç deprem olmamış da ilk kez sallanıyormuşuz gibi şaşırıp kalıyor, sonra da hiçbir şey olmamış gibi, nerde kalmıştık, diyoruz.
Japonya’ya gıpta etmekle geçiyor ömrümüz.
Sallanarak haber sunan spikeri konuşuyoruz kendi aramızda.
Depremin “yıkım eşiği” neden Amerikada- 7.8
Japonya’da- 7.7 de bizde- 5.5?
Ne tezekkür ne tedebbür…