Siz hiç Huma Kuşu’nun hikâyesini duydunuz mu?

Bir zamanlar başına konduğu kimseye, hatta gölgesinin bile değdiği kişiye mutluluk ve bereket getirdiğine inanılan bir cennet kuşu varmış.

Özgürlüğüne o kadar çok düşkünmüş ki, çok yükseklerden uçarmış hiç durmadan, dinlenmeden… Ayağı yer görmeden geçmiş ömrü. Bu yüzden Onu bilenler ayaklarının olmadığını düşünürlermiş hep. Özgürlüğüne gıptayla bakarlar, güzelliğini kıskanırlarmış. Hiç bilmemişler bitmeyen enerjisinin, yürek yorgunluğundan olduğunu… Durduğunda acılarının yeniden alevleneceğini, gülen gözlerinin ardındaki hüznü hiç görmemişler…

O çok yükseklerde uçsa da aslında hep yakınmış insanlara. Ama varlığının gerçek mi hayal mi olduğunu hiç anlamamış insanoğlu. Mitolojik hikâyeler gibiymiş çünkü yaşamı. Her yerde karşınıza çıkabilir O… Kimi zaman evlat yolu bekleyen bir anne, kimi zaman zorluğu üstlenen fedakar bir eş, bazen kişiyi doğumdan ölümüne kadar koruyan koruyucu ruh, bazen şifaya vesile olan kutlu güç, bazen de güzelliğin ve talihin temsilidir O...

Ama bir gün yorulmuş Huma Kuşu, durmuş, bırakmış uçmayı, bitmiş gökyüzündeki görevi, inmiş yeryüzüne. O an ayaklarını görmüşler, pır pır eden kalbini… İnanamamışlar, bunca yıl nasıl yorulmadan uçabildiğine… O an fark etmişler hayatlarındaki mucizeyi… Son’un bile güzelliğini öğretmiş insanlığa, acziyetin ne olduğunu… Olmaz demiş insanoğlu, sensiz gökyüzü bomboş kalır, kanatlarının güzelliği, sesinin ahengi, gözlerinin rengi olmadan yaşayamayız… Ama hiç bilmemişler küllerinden yeniden doğmak için kendini tükettiğini, her sonun bir başlangıç olduğunu… Her başlangıcın birilerine şifa olduğunu göstermiş son nefesinde. Bazı ruhlara iyi gelmiş aldığı nefes, soluduğu hava… Ve susmuş… Vedaların ne kadar kıymetli olduğunu anlatmış gözleri, sevginin ne kadar sonsuz olduğunu söylemiş çıkmayan sesi… Ve bir Huma Kuşu uçmuş bu dünyadan… Sessizce…

Bir gün gökyüzünde bir Huma Kuşu’na rastlarsanız, bilin ki dünyadaki şanslı insanlardan birisiniz…