Sınırları olmayan bir hayatta bir meçhule doğru yaşamaya çalışıyoruz. İnsanları sürekli memnun etmemiz imkansız, işte bu yüzden insanlarla aramızda bazı sınırlara ihtiyacımız var.

Sınır koymak kendi düşüncelerimiz ile başkalarının duygu ve düşüncelerini birbirinden ayrı tutmaktır. Bunu başarmak için önce kendi ihtiyaçlarımızı ve neler hissettiğimizi bilmemiz gerekir. Kendi sınırlarımız yeterince iyi olmazsa başkalarının sınırlarını aşmaya meyilli oluruz. Sınır koyalım ki hiç kimse hayatımız üzerinde söz sahibi olamasın.

Eskiden köylerde kapı dışarıdan başlardı; halen de öyledir, her evin bir avlu (bahçe) kapısı vardır. Üstünde de kocaman bir tokmak. Dışarıdan gelenler önce tokmağı tıklatırlar. Tık tık tık… İçeriden kapı açılırsa gireceklerdir. Kapıların ardındaki koca bir dünya, içeri girecekleri beklemektedir. Kapımızı kime açacağımıza biz karar veririz tıpkı gönül sarayına aldığımız insanları bizim belirlediğimiz gibi. Biz izin vermeden kim girebilir ki içeri?

Hepimizin bir kapısı olmalı ki her isteyen istediği zaman giremesin. Bahsettiğim gönül kapısıdır. Burası öyle yücedir ki dış mandalı olmaz ancak içeriden istenirse açılır. İçeri girenlerle aramızdaki köprü gözlerimizdir. Han değildir orası öyle her isteyen istediği zaman girsin. Biz karar veririz kimi alacağımıza da kimlerin dışarıda kalacağına da.

Duyguların hissiyatını tozlu raflara kaldırıldığı, yalın ayak gezdiğimiz şu zamanlarda bir apartmanda kaç kişi yaşıyor bilmiyoruz. Herkes birbirine yabancı, düşünceler yabancı, duygular yabancı.

Hiç düşündünüz mü evlerin giriş kapısının olmadığını?

Sokakların arkasındaki yüzü ile dış dünya arasındaki bağı kuran kapı ne kadar yorgun olduğunu düşündü.

Dört duvar içindeki yaşamı her saniye inceleyen kapı, “Ne kadar korunaklı bir hayatım var.” dedi kendine.

Dimdik iskeleti ile koca hükümdarlık yönetircesine vakarlı bir şekilde duruyor öylece. Hayat kapılarda başladı ve biz araladık her birini.

Hep istemez miyiz bize iyi gelenlerle vakit geçirmeyi? Gülüşü ruhumuza dokunan insanlar bağlamaz mı bizi hayata?

Bazen hasret ile açılması beklenen, gelmeyeceğini bildiğimiz halde gözümüzü ayırmadığımız kapılar.

Ah kapılar…

Kapının arkasında kalanlar içeridekileri göremeyecek kadar kör olanlar değil midir?

Hani kırıldığımızda kapıları sert kapatıp çıkarız ya öyle insanlar olsun ki hayatımızda kapıdan çıkarken bile kapı çarpmasın diye araya elini koysun ki tekrar gelebilsin gönül sarayımıza.

Gidenler çok değerli olsa dahi kapıyı örtelim ki içerde kalanlar üşümesin.

Gözyaşlarından yükselen tütsü dumanları gibi sıcacık olmalı gönülde kalanlarla içerisi.

Herkesi yarına götüremeyiz, bazıları dünde kalmalı. Ölçüyü belirlemek için kararlıysan ilerlemek için duracaksın ve bakacaksın arkana.

Gönül kapımızdan içeri aldıklarımız da bizim seçtiğimiz insanlar olmalı. Bu durum insanların birbirlerini daha az üzmelerine sebep olur. Virgül kadar yer kaplamayan, üç noktada son bulan bu hayatta sahici dostluklarla yaşlanma zamanının geldiği şu günlerde gökyüzü çakmak olsun gecelerimize.

Kılıçtan cevval gözlerimizin mevzisinde,tutunmaya çalıştıklarımızı hatırlayarak, üşengeç kalbimizi heveslendirenlerle doldur ciğerlerini.

Gözlerimizdeki kaybolan ışığı canlandıracaklara yer açalım ki mehtabın gölgesinde gül kokan miras gibi olsun kazanılan kalpler.